Perşembe

"Benim Dengemi Bozmayınız!" :)

Hop selam!


Aradan geçti 8 ay, hamileliğimi de sayarsak öğrendiğim günden bu güne 16 ay geçti, ne çabuk…  “yahu kasıklarımda bir ağrı var, 1 haftadır sıçrayarak uyanıyorum, adet olamıyorum, zaten normalde de hep düzensizdir ama bu sefer bir acaip” diye düşünüyordum, sonra anneannem bana kalmaya geldiğinde, hastane de randevusu olduğunu söyledi onunla beraber gittim bende, biraz erken gitmişiz, bahçede oturup sohbet ediyorduk, son bi haftadır olan durumumdan bahsettim, o sırada da almışım bir ice tea limon lüpürdetiyorum ama tadı nasıl acaip, içimden de geçiyor “yahu ne yaptılar bu ice tea’lere ne tuhaf oldu tatları, yok içemiyorum dur atıcam en iyisi bir kahve alayım” kahveyi alıp tekrar anneannemin yanına dönüyorum, kahve de bi kötü kokuyor, e kurukahveci mehmet efendi  kullanmıyorlar herhalde, başka tür kahveden keyif alamıyorum. Ne yiyip ne içtiysem söylendim, o ara anneannem “e hadi hastaneye gelmişken bir baktıralım ne var” dedi, “iyiii” dedim ve Jinekolog ve Kadın Hastalıkları Uzm.Dr Erhan Karaalp’ten randevu aldık, muayneye girdim, “5 haftalık hamilesin” demez mi! O gün yaşadığım o korku, nedendir bilmem ama o korkuyu, ellerimin o zangır zangır titreyişini unutmam mümkün değil. Gerisini duymadım zaten, kim ne dedi, ben ne dedim, hiç hatırlamıyorum. İşte o günden bugüne tam 1 sene 4 ay geçmiş… 

Pirinç dedim ona öğrendiğim ilk gün, pirinç gibi bir şeydi o kesenin içinde,  2 hafta sonra kalp atışlarını duyduğumda dilim tutuldu, içimde bir canlı var ve kalbi atıyor, “inanılmaz, mucize, aklım almıyor, bu şimdi büyücek öyle mi? Bebek olucak? Eli, kolu, ayakları, gözleri falan? Ve benim içimden çıkıcak öyle mi?” dışardan bakınca, olayın içine girmeyince ne basit. 
Doğanın bir olayı işte…

 Aylarca, yani elimde olsa, gün gün gelişimini takip edebileceğim bir yer olsa günde elli kere okurdum bugün ne olmuş, 1 ay 1 günlük bebekte hangi organ oluşur, ne yapar vs. Her ay doktor kontrolümüz gelene kadar artık ezberlemiş oluyordum gelişim sürecini. Şimdi de farklı değil, 8 aylık bebek ne yapabilir, gelişim sürecinde neler yaparak destek olunur, beslenme de neler eklenebilir, duygusal dünyası ne alemdedir vs. her yerden ayrı ayrı bi ton şey okuyorum yine de hiç biri inciyi gözlemlediğim kadar aydınlatıcı olmuyor. o kadar zamanın geçtiğine bile hala inanamıyorum, şimdi pirinçim emeklemeye çalışıyor. Kol kasları gelişiyor, kollarıyla üst vücudunu kaldırabilir hale geldi, artık ona kızdığımda ses tonumdan ve bakışlarımdan kızgınlığımı, sevdiğimde ya da yaptığı şey hoşuma gittiyse onu tebrik ettiğimde, yine ses tonumdan, gülüşümden, bakışlarımdan ne demek istediğimi anlayabiliyor ya da ben öyle hissediyorum ama onun da benim her tepkime karşılık verdiği tepkiler farklı, anladığına, hissettiğine eminim. :)

İlk başlarda gaz problemi yüzünden 2-3 ay boyunca uykular düzensiz, sütüm yetmiyor, mama ile takviye yapıyoruz ama bi tarafım vicdan azabı, ev sürekli kalabalık, hiç kendi kendime kalabileceğim bir an yok, uykusuzluk, stres, ona bir şey olur mu? Korkusu falan derken çok zor geçti, ama 4. Aya geldikten sonra yavaş yavaş iletişim başlıyor ya, işte o andan itibaren herşey daha harika. Halbuki, daha 2 aylık uyku da sıkıntı var bir de gaz maz, diye anlatınca “ooo  bunlar iyi günler hele bi 6-7 aylık olsun tek sıkıntın gaz olsun bıkbık” demişlerdi. Ben, bebekle anne arasında iletişim başladığı andan itibaren herşeyin daha kolay, daha eğlenceli olduğunu keşfettim halbuki. Gerçi şimdi de “oo emeklemeye mi çalışıyor, yandın, hele bi yaşını doldursun, ayaklansın sen gör o zaman…” diyenlerle dolu yine etrafım ve ben eminim ki yine çok keyifli zamanlar geçiricez.

Niye böyle acaba etrafımız, “bunlar iyi günlerin, yandın, ooo buna şükret hele bi şöyle olsun…” hiç de öyle olmadı :) doğum yaptığım andan itibaren hiç öyle söyledikleri gibi “yanmadım” evet yorucuydu kabul, hala yorucu ama insan vücudu bir süre sonra her türlü düzene alışıyor, şimdi daha az yorucu mesela, eskiden koltuktan kalkmadan saatlerce dizi üstüne dizi izleyen, sabaha karşı 5 gibi yatıp öğlen 3-4 gibi kalkan biri olduğumdan ilk başlar çok yorucuydu, 2 hafta sonra artık 2 saatte bir kalkmaya alışmış, 4. Aydan sonra ise her sabah 7-7.30’da kalkmanın hiçbir problem yaratmadığını görünce, söylenenlerin tantanadan başka bir şey olmadığına karar verdim. E sürekli de pirinç ile beraberim, gayet de keyifli zamanlar geçiriyoruz baş başa, hala hangi kısımda günümü göreceğimi çok merak ediyorum ehehe, görünce yazarım söz. :) 

Ama ben o pimpirikli annelerden de değilim kabul, kucağına almak isteyen olursa veririm, gittiğim herhangi bir restaurantta ki garson da dahil olmak üzere, yaygara koparmam, panik yapmam, her konuda değil tabii ama çoook önemli ve acil bir şey olmadığı sürece hep sakin ve biraz umursamaz göründüğümün farkındayım, bana doğru gelen de bu ama gerçekten etrafımda ki pek çok kişi benden daha pimpirikli ve panik, maması on dakika geçmi kaldı, “nerde maması, e çocuk bağırıyor, hadi hadi hadi hadi…”, akrabalarımızdan biri gelir, o sırada başka bir aile bireyinin kucağındadır inci, “kuzumu biraz da ben seveyim ver bakıyım” “ayy sen terlisin veremem olmazz!”, “eyvah hapşurdu bu çocuğun bi sıkıntısı var, ne oldu hasta mı ettik? Eyvah bak terlemiş! Yarın hemen doktora bi gidin sorun hapşurdu”

hani bazen benim içim daralıyor, çığlık atasım geliyor, çocuğumu böyle bir panik, pimpirik havasında, çıt kırıldım, yaygaracı bir tip olarak gerçekten yetiştirmek istemiyorum. “Ay ağlıyor, niye ağlıyor, eyvah noldu!” “oturduğu yerde sıkılmıştır, bebektir o, sebepsiz de ağlayabilir… olur yani, sakin olun arkadaşlar, çocuk benim, gerçekten kötü bir şey olsa ilk önce ben anlarım, zıplarım zaten sakin sakin…” evet bu yazımı okuyup alınacaklar var ama hepinizi çok seviyorummm gençler J  

Rahat annelerdenim ben, sorumsuz değil, umursamaz değil, gören, izleyen ve kendine yada etrafa zararı olan herhangi bir şey olmadığı sürece çocuğun rahat olmasını, her şeyi abartarak, yaygara koparmasını istemeyen aksine “olur öyle” diyerek geçirmesini isteyen annelerdenim ve hep öyle kalıcam, çünkü kendi hayatımda da böyleyim. Kızımı “eğitmek” istemiyorum mesela, çünkü eğitilmesi gereken bir “köpek” doğurmadım, kendi hisleri, gözlemleri, düşünceleri ve hayata bakış açısı olacak, ben ise ona sadece model olup eşlik edeceğim yürüdüğü yolda. Çünkü eşlik ettiğimde anneliğim kolaylaşır bilirim, eş olduğumda, dostta olurum. Sadece sağlık ve güvenliğinden taviz vermem ama geri kalan herşeyde orta yol bulmak için ne kadar gerekiyorsa o kadar esneyebilirim. 
Serbest oyun candır, hayalgücü geliştirir, fazla müdahaleye hiç bir alanda gerek yok der, köşemden onun kendi kendine yapmaya çalıştığı hareketleri ve başardığında nasıl bi anda kafayı bana çevirip tebrik beklediğini izlerim...

Saygı saygıyı, uzlaşı uzlaşıyı, anlayış anlayışı getirir, maalesef bizim anne babalarımız ve aynı dönem ebeveynler biz çocuklarını, biz eşşek kadar olmuş çocuklarını! hala maksimum 13-14 yaşındaymışız gibi görüyorlar ve çoğu zaman öyle davranıyorlar. Belki biz de hala yanlarında kendimizi onların ufak çocukları gibi hissedip öyle davrandığımız içindir ama inciye bunu yaşatmak ya da böyle hissettirmek istemiyorum, o bir birey, kendi başına bir birey, bu yüzden onu eğitmek değil, yürüyeceği yolda ona eşlik etmek, destek olmak demek, onu evlat olarak bir yana dost olarak da kazanmak demek şahsımca :)

Hayatı kendime dar etmeyip kızımla keyfini sürmek de planlarım arasında. Evi ancak haftada bir temizlerim, başka bir zaman da elime toz bezi bile almam söyleyeyim, bütün ev işlerimi gece inci uyuduktan sonra yaparım, gündüzlerim tamamen ona ve o dinlenirken de kendi keyfime ait, kafamdan o “mecburiyet” hissini atınca, herşey daha keyifli oluyor, hiçbir şeyi “o an”, diğer ev kadınlarının yada başkalarının uygun gördüğü bir zaman diliminde yapmak zorunda değilim diğğğmi?  Gündüzleri tüm gün inciyle oynamak, ona eşlik etmek, sadece onunla ilgilenmek, o dinlenirken kendim de dinlenmek gerçekten ruh sağlığımı koruyor çünkü gündüzleri hem ev işi yapıp hem inciyle ilgilenmeye kalksam hem yorulucam hemde agresif olucam adım gibi biliyorum. Ütü de yapmam mesela, haftada bir eve gelen yardımcı kadın yapıyor, onun dışında kırışık da giyebilirim, çünkü neffret ediyorum :) yıllarca, aynı kıyafetleri, aynı ayakkabıyı giyebilirim, yırtılmadıkça ve rahatsız etmedikçe kıyafet, süs püs, gibi alışveriş takıntım yoktur.

Amma uzattım biliyorum ama ne kadar rahatsam o kadar mutluyum ben ve ben mutlu olduğum için mutlu bir çocuk yetiştiriyorum, yetiştirmek istiyorum daha doğrusu, mutlu, kendine güvenen, herşeyi problem haline getirmeyen, ne olursa olsun menfaatleri uğruna karakterinden ve kendisinden taviz vermeyen, şiddetin hayatında kesinlikle yer almayacağı, ona telafisi imkansız hatıralar bırakmadan, güzel ve mutlu bir çocukluğu olan, saygı duyulduğunu bilen, sağlam bir çocuk yetiştirmek istiyorum, tüm çabamda bu yüzden, lütfen benim dengemi bozmayınız :). Sen de bunu bir düşün.
Beni de böyle paspal ve dağınık görürsen,
Bil ki; hakkaten fena mutluyum!  
Öptüm. 

Cuma

Pirinç ile 28.hafta...Aylavyu Vuran Patiler!

Ne kadar uzun olmuş yazmayalı. Selamlar olsun...
Bu yazı biraz uzun olabilir kusura kalmayın :), o kadar çok şey var ki yazacak...
Bugün itibari ile 28. haftada, koca bir göbek, kaburgaya girmiş bir kafa, leğen  kemiğim civarlarında kıpırdanan parmaklar, acıyla karışık gıdıklanma hissi, üçlü sektirmeler şeklinde gelen tekmeler, şişmiş ayaklar, kalçamda nereye oturacağımı şaşırdığım bir siyatik ağrı ve yanan hatta ağzımdan alevler çıkartabileceğim bir mide ile burdayım. Bunlar pek problem değil bir şekilde idare ediyoruz da, hani o bıçakların altına yatıp da, korkudan öldüğüm halde herşeyi göze alıp yaptırdığım burnum var ya, işte o aynı miss piggy'e döndürdü beni. Her yerim şişsin ama niye burnum şişiyor? Ben bir gün hamile kalayım da o yaptıkları hokka gibin burnum miss piggy olsun mu dedim, bugünler için miydi bütün o çektiklerim, çok asabım bozuluyor he.

Bunların hesabını soracağım pirinç, ben bunları yazarken kendisi muhtemelen "bambaleyyoo..." tınıları eşliğinde göbek deliğimin oralarda samba yapıyor, nasıl oynamak nasıl oynamak ama galiba hamileliğin en keyifli, en güzel tarafı şu hareketler. İnsana herşeyi unutturuyor...

Bu sene pirinçsiz son ve pirinçle ilk tatilimize çıktık, uzun yol hamileler için biraz sıkıntılı bir durummuş, özellikle uzun süre oturmak ayaklarda aşırı şişmelere ve keskin bel ağrılarına sebep oluyor. Bu yüzden toplamda 11 saat sürecek olan istanbul-fethiye yolculuğumuzu ikiye böldük, hem bahane oldu, hem de çok yorucu olmadı. Malum kardeşim eskişehir'de evli, buradan direk 4 saatte eskişehir'e gittik, iki gün kaldık, hem hasret giderdik, hem dinlendik, iki günün sonunda da 6 saatte fethiye'ye vardık. Şahane bir tatildi, çok keyifliydi, eğer biraz daha sağlıklı hissedebilseydim daha güzel olacaktı tabii ama rahim boyutum göğüs kafesime dayandığından zaten nefes almakta oldukça güçlük çekiyordum, vücudumu ise göbeğimin ve kendi normal kilomun ağırlığından dolayı taşımakta zorlanıyordum, bu sebepten 42 derece sıcakta, çoğu zaman nefes alamayarak, denize girmesi problem değil de, o çakıllar ayağıma batarken bir de vuran dalgalarla boğuşarak çıkmaya çalışmak baya baya zorladı. Dışarıdan bakıldığında komik bir görüntü olsa da :) hiç hoş değil di gerçekten :).

Bir de nedenini anlamadığım bir panik atak başlamıştı zaten son altı aydır, metrobüse bile binemiyor, kapalı yerde asla kalamıyordum, herşeyden korkar halde, tuhaf tuhaf tahammül edemediğim ama engelleyemediğim bir durum. Tatil yerimiz tabii ki kapalı değildi fakat bu sefer de bilmediğim bir yere gitmek bir anda beni korkuttu, birşey olursa bebeğime nereye gideriz, ne yaparız, ölüdeniz'in dibinde iki dağ arasında bir yerdeyiz, ya burdan çıkamazsam gibi saçma sapan düşünceler üşüştükçe beynime çok zor bir kaç gün geçirdim. Bir de inat gibi, ilk otele yerleştiğimiz gece hani sivrisinek vızıldaması olur ya, yüzümde öyle birşey hissettim, normalde elini savurursun gider, ben tam elimi savururken aynı anda derin bir nefes almışım uyku sersemi, yüzümde ki ise sivri sinek değil kelebekmiş. Sen kaç burnuma! Hemde genzime kadar, tam gözümün hizasında bi yerde sıkıştı, çıkartamıyorum, nefes alamıyorum, ölmedi de mikrop, o içerde çırpınıyor, ben sabaha karşı saat 5, odada çırpınıyorum, herhalde bir on, on beş dakika savaşmışımdır, artık tansiyonum düştü o çırpındıkça, kılcal damarlarım zedelendi sanırım burnum kanamaya başladı, çöktüm yere, içimden geçen o kelebeğin oradan beynime gidip beni o gece orada öldüreceği idi ama oradan beyine yol yokmuş, zaten gidemezmiş heheeheh o anda bunu bilmediğim için tabii, ben burada ölücem diye ağlaya ağlaya merti uyandırdım, tatili bitirelim, evimize dönelim, boşver burayı, ben ölüp gidicem burada diyerek. Nasıl şanslıyım ki Mert gibi biriyle evlenmişim, senden kıymetli mi tamam çıkarız sabah yola, gel biraz uyuyalım falan diyerek beni sakinleştirdi, hani başka biri olsa, sen tutturdun diye tatile geldik, daha bu akşam vardık, nereye gidiyoruz, cart curt falan etse, ben garanti daha fazla panik olup daha kötüleşicektim, neyse ki sabaha biraz daha iyi uyandım, havuz, deniz falan derken zaman geçti de alıştım yavaş yavaş... Sonrası baya hızlı geçti zaten, fethiye'nin her yerini dolaştık, öyle sıcak öyle sıcaktı ki, sırf şu sıcaklar yüzünden ağustos ortası istanbul'dan kaçıp eylül'de dönme planları yapan ben, yağmurdan kaçarken doluya tutuldum çünkü tabii ki Akdeniz Marmara'dan daha nemliydi, ben alaçatı gibi hayal ettiğim için, o kısmı hesaplayamadığımdan inanılmaz bir nem ile baya başetmek zorunda kaldım. Gerçi tatil biterken de baya üzüldüm, öyle yada böyle çabucak geçiveriyor işte, dönüşte de aynı şekilde iki gün eskişehir yapıp öyle döndük istanbul'a, döner dönmez de kontrole gittik. Doktorum detaylı ultrason istemişti, pirincin tüm iç organlarının gelişimini görebilmek için, biraz araştırınca hem detaylı ultrason hem dört boyutlu ultrason'un yapıldığını öğrendim Sonomed'de, oraya gittik, hem de pirincin ilk defa yüzünü net olarak görebildik, ellerini, ellerini yüzüne koyuşunu, yatışını, o kadar inanılmaz birşey ki, onun içimde olduğuna zaten hala inanamıyorum. Bir hafta sonra tekrar bir detaylı ultrasonumuz var, bu sefer pirincin babasına mı yoksa bana mı benzediğini net olarak görebileceğiz,


Tatile gitmeden önce cep tipi bir dopler cihazı almıştık "Plusmed fetal dopler", tatile gittiğimiz zamanlar da pirincin hareketleri bu kadar kuvvetli değildi, yine hissediyordum ufak ufak ama böyle güm güm vurup da beni yerimden oynatmadığı için aklım hep ondaydı, ya bu kadar sıcak birşey yaparsa, ya çok yorulursam, zaten nefes almak da güçlük çekiyorum o da oksijensiz kalır mı, dayanamam ben 20 gün hiç bişey bilmeden diye düşünüp, doopler cihazını da yanımızda gezdirdik. Bebeğin hareketleri 20 ile 24. haftalar arasında artık rahatlıkla hissedilmeye başlanıyor ama ondan önce benim gibi pimpirikli anne adaylarının içini çok rahatlatan harika bir cihaz diyebilirim.

Gerçi bu kalp sesi dinleme cihazına artık ihtiyacım kalmadı, her gün, her sabah, her gece, oynaşıyoruz nasıl olsa, herhalde doğumdan sonra en çok bunları özleyeceğim, hala pek idrak edemesem de, hatta 2 ay sonra bir kızım olacağına inanamasam da, hissettiğim en muhteşem şey o patileri, popoyu, dönüşleri ve tıktıkları duymak. Hatta sırf bunun için Mert'e üzülüyorum, ne kadar heyecanlı olduğunu görüyorum, hareketlerini hissettiğimde hemen onu da çağırıyorum ve hissettiği an nasıl delirdiğini gördükçe, keşke o da benim gibi hissedip, yaşayabilse. Ama ne yapalım, bu da benim bonusum olsun, o kadar sıkıntıya acıcık daha fazla keyiflenebilirim herhalde hihihi.

Hazır daha fazla ağırlaşmadan ve halsizleşmeden, odamızı da aldık, seçtiğimiz odanın mobilyalarında biraz değişiklikler yaptık, önceden seçtiğimiz ve o çok pahalı olan odadan daha bile güzel oldu bu, ayrıca neredeyse yarı fiyatına geldi herşeyiyle beraber. Daha sonra emzirme koltuğu gibi olan bir berjerim zaten vardı, pirincin odasına perde için kumaş alırken berjerime de aynı kumaştan aldım, koltukla perde aynı desen de olacaklar, baaa-yıl-dım! Annem zaten çıldırmış gibi alışveriş yapıyor kızıma, elimizi cebimize attırmadılar anneanne, dede ikilisi, annemi ilk defa bu kadar heyecanlı ve eğlenirken görüyorum, sanki alışveriş yapmıyor da oyun oynuyor, deden ve anneannen gelirinin çoğunu sana ayırmış vaziyette ordan burdan ne bulurlarsa toplayıp toplayıp geliyorlar pirinçciğim, sende ileride bu satırları okursan eğer hemen git ve onlara kocaman bir öpücük ver olur mu, çünkü annen hala anne olacağını idrak edemediğinden olsa gerek, seni annenden daha heyecanla bekleyen koskocaman bir grup var burada. Hiç bir eksiğin kalmadı, hepsini hallettik, hatta fazla fazla bile var, bakalım nasıl sığdıracağız, bu hafta da odanın badanası yapıldı, şimdi tek eksiğimiz halı, abajur gibi ufak tefek aksesuarlar, bir de mobilyaları bekliyoruz, on güne kadar onlarda gelmiş olur sanırım, eh biz 8. aya girerken artık tamamen hazır olmuş seni bekliyor olacağız... O minicik çorapları elime aldıkça içim titriyor. Ne manyakça bir his. Şimdiden çocuk takip cihazlarına falan bakmaya başladım, okula başladığında vs. içimiz rahat olur diye düşünüyorum sonra kendi kendime oha diyorum. Yok artık zaman geçse iyi olacak, yoksa bu gidişle sen gelene kadar ben senin evleneceğin evi falan düzücem öyle gözüküyor, belki damadı bile içine yerleştirir seni öyle beklerim hehe.

Ve son olarak pirincin ismi artık belli, zaten aylar öncesinden belliydi de artık tam olarak kesinleşti, canımın içisi İnci'm... O minicik ayaklarına ölürüm! Seni bekliyoruz sabırsızlıkla, gelsen de öpmelere, koklamalara kıyamasak. Her ne kadar güdümlü terlik fırlatan anne potansiyelini içimde barındırsam da söz çok eğleneceğiz. Çünkü şu 7 aydır annene prensesler gibi davranan, bir dediğini iki etmeyen, sen karnıma koyduğu eline tekmeyi bastığın an sevincinden çığlıkla karışık kahkahalar atan, her akşam karnımı öpen, sana seslenen, seninle konuşan, sırf sen karnımdasın diye her akşam ağrıyan belime, sırtıma masajlar yapan bir baban var...Düşün bana prensesler gibi davranıyorsa, kim bilir seni nasıl sevicek... Beklemedeyiz bir -ki....aylavyu...

Perşembe

Pirinç ile 13. Hafta

Bugün itibari ile tam olarak 13 haftayı doldurmuş bulunuyoruz. Çok zor bir 8 hafta geçirdim, bol mide bulantılı, koku aldığım her yere kusmalı, iç organlarımdan başlayıp ayak tabanlarımdan çıkan alevlerle, ağlama krizleri ve sinir harbiyle dolu, sinir bozucu ve gerçekten sıkıntılı geçti. Şu sıralar biraz hafifleyip rahatlasam da şimdi bunu yazarken bile devam eden bir mide bulantım var ki, sürekli birinin boğazımda tüy gezdiriyormuş hissi ve her mutfağa girişimde aldığım berbat kokular -ki mutfakta yemek pişmiyor, hiç birşey yapılmıyor, buna rağmen o kokuların nereden geldiğini bir türlü anlamıyorum, ama bu iki his gerçekten psikolojimi bozdu desem yeri.
Bu sabah süper kalktım diyorum oh gezerim, alışveriş yaparım, arkadaşlarımla buluşurum, plan üstüne plan derken, çubuk krakerlerime kavuşmak üzere mutfağa girmemle öğürerek geri kaçmam bir oluyor, tamamen psikolojik artık, mutfak tikim oldu. Bunun dışında, iki haftada bir kontrollere gidiyoruz sevgili Mert baba ile beraber. Mert beni hiç birşey de yalnız bırakmıyor, bir dediğimi iki etmiyor, evin için de o kadar yardımcı ki anlatamam, bunlar bizim mert efendiden hiç beklemediğimiz performanslar olduğu için her defasında şükrediyorum, harika bir baba olacak zannımca. E tabii iyi dinlenen, bol bol uyuyan, hiç bir ev işine elini sürmeyen, hiç üzülmeyen, prensesler gibi bebeğini bekleyen bir annenin pirinci olarak bizim ki de babasının bu yardımlarının hakkını veriyor ve her ultrason kontrolünde bir hareketler, bisiklet çevirmeler, yok taklalar içeride, zevkten ölüyoruz onu öyle gördükçe, her defasında da videoya çekiyoruz her hareketini. Böyle görüncede diyorum değer be pirinçciğim, kustur kusturabildiğin kadar, ayaklarına kurban.

Bu arada doktor kıza benziyor dedi, Mert hemen atladı ordan, yüzde kaç yani? yüzde kaç 30 mu, 40 mı, yüzde kaç kız? %80 kız dedi, benden bir zafer işareti, mert babanın suratında ise sanırım kulaklarını geçip şakaklarına uzanan bir sırıtma, biliyorum hiiç farketmiyor ama o en baştan erkek diye iddialaştığı için herkesle, hala %20lik bir umudu var, daha belli olmazmış, erkek de olabilirmiş, çok hareketliymiş..pırt zırt.. Gerçi doğru da söylüyor olabilir, yine de eminim bana farketmediği kadar ona da farketmiyor, öyle mutlu oluyoruz ki içerde ki o 5cm'lik insan yavrusunun hareketlerini gördükçe, her planımızın içinde var artık, seneye yaptığımız tatil planlarından, para biriktirme girişimlerimize eve birşey alırken ki hallerimize kadar herşey de dilimizin ucunda. Bir an önce tamamlansa da aramıza katılsa, bildiğin sabırsızlanıyoruz.

Son bir haftadır mide yanmalarım başladı, yani zaten kilolu olduğum için hamile kalmadan önce de vardı da bu derece değildi, gebelikte Talcid asla önerilmiyor, alüminyum içerdiğinden dolayı fetüs'e geçebiliyormuş, onun yerine Gaviscon kullanabilirsin dedi doktorum, Çikolata veya tatlı şeyler, kahve, baharatlı yiyecekler, iki saatten fazla aç kalmak, gazlı içecekler, bunlar bildiğin tetiği çekmek gibi, -ki bundan 2 ay önce günde 3 kupa türk kahvesi, mutlaka tatlı ve mutlaka kola tarzı şeyler yiyip içen benim hayatımı kurtarıyor çaktırmadan bu pirinç, hele ki günde 2,5 paket sigara içen birine bunu bıraktırabilmek mucize diyebilirim, benim bebeğimin sağlığını düşünerek bunlardan uzak durmaya çalışmam gerektiği durumunu geçtim, kendileri zaten kendisine zararlı olan hiç birşeyi, kendine zararlı olan miktarda almanıza müsade etmiyor, hamile kaldığımı öğrendiğim günden bir hafta kadar sonra kahve içememeye başladım mesela, canım istiyor fakat o kahve kokusu beni mahvediyordu, zorla, sırf kafein alışkanlığından kendime gelebilmek için 1 fincan içsem, belki 15 dakika sonra kendimi banyoda buluyordum, sigara desen aynı şekilde, içen kişilerden gelen kokuya bile dayanamıyorum, ara sıra bi tane tüttüresim geliyor, onda da burnumdan nefes almıyorum ki o dumanın kokusunu duymayayım, mümkün olduğunca da elimde oyalanıyorum ki maksimum 2 nefes çekip söndüreyim, yani diyeceğim odur ki, sen ne kadar istesen de içerde ki istemiyorsa ne yaparsan yap onun dediği oluyor, bu sebepten zorlamıyorum artık, dikkat etmeye çalışıyorum mümkün olduğunca. Yine de aman elleme, aman uzanma, aman yok sen kalkma, ay öyle, aman böyle, durumları hiç bana göre değil, inadına yapasım geliyor, sıkılıyorum.

Sevgili pirincim, inadın ve huysuzluğun annene benzemese bari. Yada benze, benze benze, o da bana benzesin azıcık dişli olursun. Ama en çok babana benze sen, söz dinleyen, sakin, sabırlı, mantıklı, güzel yürekli babana benzersin inşallah. Binlerce kez şükürler olsun ki Mert senin baban, inan çok şanslısın, sana kolay kolay kızmayacak, bazı zamanlar annenin hışmından koruyacak, herşeyini konuşabileceğin, her zaman güler yüzüyle,sabrıyla, sakinliğiyle, kocaman sevgisiyle arkanda olacak bir babaya sahip olacaksın ve seni en az baban ve benim kadar çok sevip koruyacak bir anneanne, dede, teyze, babaanne ve hala'ya da... Harika bir ailen olacak, seni şimdiden çok seven, ultrasonlara kadar gelip şimdiden tanışmak isteyen, sabırsızlıkla bekleyen kocaman bir aile var burda... Eh annene de bu harika tercihleri için arada teşekkür etmeyi unutmazsın kuzucuğum...Bir an önce gelsen de mıncıklaşsak, ıy çok sabırsızlanıyorummm...








Salı

5 Haftalık Gebesiniz. NÖY!

Selamlar...
Ne uzun zaman, ne uzun zaman... Habire bir sürü şey oluyor ama bir türlü oturup düzenli yazamadığımdan kaçırıyoruz. Evlendim evleneli bu yazma işleri bende iki ayda bir'e düştü. Kusura kalma. İnsanın aksiyonsuz geçen günü olmayınca, olanı biteni kavrayıp sindirip geçirene kadar yeni birşey daha pırtlayınca artık ipin ucu kaçıyor ama en azından bir süre düzenli yazıp şu süreci kaydetmek istiyorumm... 15 gün önce hamile olduğumu öğrendim, tamamen tesadüf, bana kalsa doktora falan gitmezdim de işte hep anneanneciğimin o tertemiz kalbinin işi bunlar.
Anneannem dedem öldükten sonra sürekli bir kafa sallama, baş dönmesi halinde, hastalığının adı vertigo, Allah kimseye vermesin çok beter birşey. Onu kontrole götürmem gerekiyordu 5 mayıs pazartesi günü, buluştuk, mert bizi hastaneye bıraktı, daha muayne saatine 2 saat olduğu için hastanenin bahçesine oturduk, dedik birşeyler yiyelim sohbet, muhabbet falan, bende 20 gündür adet olmuyordum, konu oradan açıldı. Ama kasıklarımda nasıl bir ağrı anlatamam, özellikle son 10 gündür, uykudan uyanıyorum ağrısından, vücudumu bir ateş basıyor, kendimi buzlu sulara atsam sönmeyecek böyle acaip bir haller içindeyim, normal de de adet gecikmelerine çok alışkınım, hani adet günüm tam 28 gün dolduğunda tekrarlanırsa şaşırıyorum o derece, bunları anlatıyodum, hani kasık ağrılarım, ateş basmaları normaldir, ha oldum ha olucam diye sohbet ediyorduk. Anneannem dedi, gel bi muayne ol, belki bir kist falan vardır bu kadar ağrı yapması normal değil, belki bi ilaç verir doktor rahatlarsın falan dedi, ilk başta ne yalan söyleyeyim yanaşmadım. Yok istemem, durup dururken şimdi bi hastalık çıkar başıma diye. Bu da nasıl bi kafaysa, bildiğin babama çekmişim, hastalık olsun da ben bilmiyim, başıma iş çıkmasın şimdi diye doktora görünmemek gerçekten dahice.Genetik... Neyse bi şekilde istersin istemezsin derken muayne için müsait zamanı sordum 20 dk sonra girebilirsiniz dediler, girdik. Central Hospital'da Erhan bey, sakin, samimi, iyi bir doktor, bir kaç sorudan sonra muayneye girdim. "Burada kese var, 5 haftalık gebelik var" demez mi. Hayatımda inan daha büyük bir korku hissetmedim, doktor söyleyince refleks olarak nasıl bir göz devirdiysem adama, "istenmeyen bir gebelik mi?" dedi. yok dedim, sadece beklemiyordum, hiç beklemiyordum... Birşeyi hayal ederek istemek ile iş gerçeğe binince hissedilenlerin alakası yokmuş. Evet mertle çok konuşuyorduk, hayal edince mutlu oluyorduk falan ama sanki öyle düşünen hisseden ben değilmişim, ben buna hazır değilim moduna girdim resmen, istemiyorum, ben bunu istemiyorum diye tirtir titredim doktorun karşısında. Doktor da eğer istiyorsan bundan sonra düzenli olarak kontrollerini yapmamız lazım ama istemediğin bir gebelik ise düşün vaktin var dedi. Aldırmayı hiç düşünemedim, kıyamam, ama yani anlamadığım bir psikoloji içine girdim, inanılmaz bir korku... Bana ilk duyduğunda ne hissettin deseler, en baskın hissettiğim şey korkuydu.. neyse biraz sakinleyince ilk merti aradım, inanmadı bana inek. şaka yapıyorum, ananemi hastaneye getirdik, onun ultrason görüntüsünü yolladım da kandırıyorum onu sandı. Zar zor ikna ettim adamı ya. İnsan vallahi hamileyim lan dermi. sonra da annemleri, kayınvalidemi falan aradım, delirmişler sevinçten, mert hemen atladı hastaneye geldi, bana bir sarılma, surat kıpkırmızı, sırıtık, ben ne hissediyorum hiç bilmiyorum, karman çormanım, herkes sevinçten sarılıyor öpüyor, karşılık bile veremiyorum, bir anda sadece 45 dk içinde hayatım öyle bir değişti ki, hemen sigara pakedi çöpe, onu yeme, bunu içme, uzanma, eğilme, yavaş hareket, bunu bol bol ye, bık bık. Ve şimdi ilk haftanın o psikolojisini atlatmış, tamamen annelik hormonları ile savaşan, bebeğinin ilk kalp atışını dinlemiş, her gün ağlama siftahımı neyle yapsam diye etrafa bakınıp, evin kendi kokusundan bile öğürüp duran, genel de iyi ve mutlu bir anne adayıyım. Vücudum sıcaktan yanıyor, deli gibi, geceleri dönüp duruyorum çünkü yattığım yer bir kaç dakika sonra bildiğin kaynar hal alıyor, yakında merti yataktan atabilirim, bolca dönmem gerekiyor soğuk nokta yakalamak için ama bana ayrılan alanda bu oldukça zor, midem bulanıyor özellikle kokulardan, hayatta en çok sevdiğim kahve sigara ikilisinden bildiğin tiksiniyorum, kokularına tahammülüm yok, sabahları genel de midem bulanıyor çok hafif onu da çubuk krakerle atlatıyorum. Gidişat iyi, herkes erkek diyor, ben ve bir kaç kişi de kız diyor bakalım bizim pirinç ne çıkıcak. Kalp atışını duyduğum an kafama tencere indi sanki, galiba hayatımda duyduğum en güzel ses, güpgüpgüpgüp.... Her gece yatmadan önce dinliyorum, benim içimden mi geldi o ses, biri mi var içimde gerçekten kalbi falan atan... Hayır ruh ve beyin olarak 16'da kaldığım için çok inanasım gelmiyor anne olacağıma... Ama çok mutluyum.. Pirinçle 7. haftayı bitiriyoruz bu hafta. Yani önümüzde ki pazartesiden itibaren tam anlamıyla 2 aylık hamile oliciiim. Yarın doktorumun benden istediği yaklaşık 17 tane liste haline bir test ordusu var, onları yaptırmaya gideceğim, haftaya da pirincimi göreceğiz. 3 hafta sonra kontrole geliceksin deyince erhan bey, üzüldüm, 3 hafta göremicekmiyim diye, çok merak ediyorum, bazen hiç bulantım vs. belirtim olmuyor, o zaman korkuyorum bişey mi oldu diye, sonra bi kahve kokusu geliyo burnuma, bir öğrüyorum, tamam diyorum anneciim, şaka, ordamısın diye baktım. :) biz de durumlar böyle, eğlene, ağlaya günler geçiyor, düzenli olarak yazmaya çalışıcam, öptüm kocaman. Seni de öptüm pirincim, annen ağzını burnunu yer.












Perşembe

Nerden Başlasam?

Galiba ben evimle ilgilenmek ve insanların hikayelerini dinleyip onların hissettiklerinden beslenerek yazı yazmak için yaratılmışım. Seneler önce -ki kafadan bir on senesi vardır. Balçiçek Pamir'e mail atmıştım, "köşe yazarı olmak istiyorum, gazeteci olmak istiyorum, ne önerirsiniz bana?" diye. Sağolsun, hiç beklemiyordum ama cevap yazmıştı, o anda yaşadığım mutluluğu anlatamam, "yazılarına devam et, kendini geliştir, eğitimine bu yönde devam et sonra da eğer istersen yine yazılarınla bana mail atabilirsin" demişti. Eğitim konusunda kendimi yönlendiremediğim, yaka silkilen bir öğrenci olduğumdan liseyi bile yirmili yaşlarımda bitirebildiğim için hiç yazamadım tekrar ona. Açıköğretim'e girdim Halkla ilişkiler ve reklam bölümüne ama dedim ya iyi bir öğrenci olamadım hiç, hele ders çalışmayı falan hiç bilmem. Üstüne gitmedim pek, sınavları falan geçtim ama o sıra iş kurdum, nişanlanıyorum, evleniyorum derken ikinci sınıfa geçmeden onu da yarıda bıraktım, pişman mıyım? bilmiyorum gerçekten. Çünkü en çok gazetecilik veya edebiyat okumak istedim, gerçi ilerde ki hedeflerim arasında ilk olarak bunlardan birini okumak var, dilerim olur. Neyse burada yazıp dururken ne işe yarıyorum tam bilmiyorum ama ne kadar çok plan var kafamda, birşey olsa da harekete geçsem diye bekleye bekleye turşuya döneceğim burada biliyorum. Şu sıralar da hamile miyim? sorusu ile boğuşuyorum, bir taraftan çok isterken bir taraftan korkuyorum, sırf bu sebepten tutup bi kan testine bile gidemedim, halbuki 2 aydır hastalanmıyorum, midem dehşet derecede yanıyor, sürekli bir uykusuz halde gezmelerdeyim arada karnıma tuhaf ağrılar girip duruyor falan. Arkadaşlarım tutturdu bi ultrasona gir, bi kan testi yaptır diye ama hiç gidesim gelmiyor, bir uyuşukluk, bir uyuşukluk, eski hayat dolu hallerimi özledim. Hatta bir kaç hafta önce ki o deli gibi temizlik ve yemek yapıp evin düzenini oturtmuş halimi bile özledim. Hiçbir şey yapasım gelmiyor. Allahtan sevgilim bu konularda sorun çıkaran biri değil, bugün akşam altıya kadar uyumuşum. Resmen on iki saat uyumuşum, kalktığımda adam gitmişti, bi tost yaptım, malum bu aralar bu yolsuzluk olayları falan gündem baya karışık, haberleri okudum, o arada haberler başladı onları izledim, neler oluyor diye baktım, ettim. O arada yine uyuya kalmışım. Gece on bir buçuk gibiydi uyandım, rüyam da da, normalde gerçekten hiç sevmem, canım da çekmez ama rüyamda balık pişirdiğimizi gördüm mertoyla, hatta salata malzemesi almak için arıcakmışım onu, öyle uyandım. Nasıl canım çekti ama, aradım dedim balık alabilir misin? Hiç umudum yoktu, üstüne bir de fırçalar diye bekledim, ne balığı saat yarımda diye ama tamam canım ben bakarım şimdi bi yerlerden dedi, yarım saat sonrada elinde pişirilmiş mis gibi balıklarda geldi. Nasıl sevindim, nasıl nefessiz yedim anlatamam, hiç bu kadar keyifli yemek yediğimi hatırlamıyorum. Kaldığım yerden, bir yerlerden başlamam lazım, gidip herhangi bir yerde çalışmak istemiyorum açıkçası, şöyle evden yapabileceğim bir işe kavuşsam yemin ederim başka birşey istemiyorum ya! Hele ki bir de yazı yazabileceğim bir işse dünyalar benim olacak resmen. Dünyada ki bütün kurslara katılmak istiyorum nerdeyse, herşeyi yapabilmek, ucundan köşesinden bilgi sahibi olmak istiyorum ama işte herşeyin oluru dönüp dolaşıp maddiyata bağlanıyor. Bir çocuk, bir üniversite okumak, kurslara giderek çeşitli hobi dallarında amatörce de olsa bulunmak vesaire... Bunların hepsinin mutlu ve kafa rahatlığı ile yapılması gerçekten sadece paranın olmasına dayanıyor. Bu durumda benim en azından kendimizi toparlayıp şu borçları kapatana kadar bir süre çalışmam gerekiyor. İşte bu sebepten bir şekilde, bir yerlerden başlamam lazım... Nerden başlasam...Ne yapsam bir türlü gaza gelemiyorum! Bir bilen varsa söylesin, insan tamamen dağıttığı bir hayatı nasıl toparlar?! :(

Pazartesi

Küçük Anne...

Lise son sınıfa giden bir genç kız Sezen… 
Topallayan, iki ileri, bir geri gidip duran bir ilişkinin pençesinde. 
Uzunca boylu, balık etli, kalın dudaklı, boncuk boncuk, safça bakan gözleriyle karşımda oturuyor. Hareketleri, konuşma tarzı orta yaşlarda bir kadın gibi, parmaklarıyla oynayarak hikayesini anlatışı, arada susuşu, yutkunuşu, anlattığı şeylere, “peki bu daha ilerde olsaydı, sizin kararınızla olur muydu? Sen onunla evlenme raddesine gelecek kadar büyük bir aşk ve ilişki yaşar mıydın” sorularıma verdiği, bilemiyorum ki cevaplarıyla beraber gözlerini kaçırışı ise çocuksu… 

Yaşı 18… Karar veremiyorum karşımdakinin daha genç kızlığa birkaç sene önce adım atmış bir genç mi yoksa orta yaşlarda bir kadın mı olduğuna… Tek bildiğim anlattıklarıyla yüreğimde bir yerleri çimdiklediği… Yargılamıyorum asla, her şey insanlar için bu hayatta, kızmıyorum da, hayat da tercihte onun… Ama yaşadıklarının, yaşaması gereken yaş olmadığını hissediyorum, onun da bunu hissettiğini gördükçe üzülüyorum sadece. Başka türlü olmalıydı belki ama kader deyip geçmek zorunda kalıyor insan bazen, elden bir şey gelmeyince. Muhteşem bir gelecek vardı önünde bundan en fazla bir sene önce, müzikaller, sanat okulları, şan dersleri, oyunculuk eğitimleriyle çok yoğun ve eğlenceli geçen, geçecek olan dolu dolu bir hayat, aşkın en güzel yaşandığı yaşlar. Deli gibi bir heyecan, kararsızlık, ayrılıp barışmalar, öpüşmeler, hafif üstü kapalı dokunuşlarla karşı cinsi keşfetmek, aşk dediğin şeyin öğrenilmesi falan derken aslında hayat onun için yeni yeni başlıyordu fakat bu kader diye adlandırdığımız olay giriyor devreye... Hangimiz biliyoruz ki zaten yarın ne yaşayacağımızı. Sezen de öyle, o bir sigara yakıyor, ben kahvelerimizi koyuyorum önümüze, oturuyorum karşısına, o da sandalyenin üzerinde bağdaş kurup başlıyor anlatmaya. 

Çok sevdim ben Hakan’ı abla, ara ara ayrılıp barışırdık, eski bir sevgilisi vardı, aramıza girerdi zırt pırt, aramalar, gelmeler, gitmeler, çok rahatsız olurdum ama sevmem öyle kavga gürültü pek, içime de kapanığım biraz, anlatmam, o yüzden çok fazla sesimi çıkarmaz sadece aramaz, sormazdım, surat falan yapardım işte. Belki sevgim o kadar büyüktü ki ciddiye almazdım karşımda ki kadını, belki kaybetmek istemediğimden sevdiğim adamı bilemiyorum üstelemedim çok, çünkü birkaç kere vazgeçmeyi denedim ama olmadı, biz böyle altı, yedi ay kadar görüştük. Ben onun çalıştığı yere gider beklerdim işinin bitmesini, bazen kolları sıvar yardıma girişirdim, işi çabuk bitsin de vakit geçirelim beraber diye, patronları falan da tanırdı beni, severlerdi, hep benim tarafımı tutarlar, aramızı yapmaya çalışırlardı genelde. Geçen sene yılbaşı kutlanacağı akşam sözleştik biz, beraber kutlayacaktık, arkadaşlarımız da olacaktı, o akşam ben arıyorum arıyorum açmıyor telefonu, mesaj atıyorum, okundu gözüküyor ama cevap vermiyor, çok moralim bozuldu. Kendimi İstinye de bir cafeye attım, aslında çok heyecanlıydım, hazırlanmışım, süslenmişim, yılbaşını hem sevdiğim adam hem arkadaşlarımla kutlayacağım diye ama ne arkadaşlarım telefona çıkıyor, ne hakan. Meğerse o kız gelmiş Hakan’ın yanına, konuşmak istemiş, konuşurlarken de öyle telefonunu almış benimkinin, karıştırırken falan da benim aradığımı gördükçe sessize almış telefonu, mesajlarımı okumuş silmiş, sonra Hakan, kızla konuşmaları bitince aramış beni, bozuğum tabii ben çok, çünkü o sıra hani çıkıyoruz ama lise çıkmalarından biliyorsun, bir şey yok ortada, gitse gider. İstemiyorum gitmesini, basiretim bağlanıyor herhalde bilmem. Bozuk atıyorum da, olduğum yeri söyledim yine de, geldi, anlattı, konuştuk, seviyormuş beni, o kıza onu istemediğini, artık hayatından çıkmasını istediğini söylemiş, beni sevdiğini söylemiş. Hoşuma gitti, mutlu oldum bi görsen. Ama çaktırmadım tabii, sessizce dinledim öyle. Neyse birkaç gün sonra bunun arkadaşının mı, patronunun mu bilemiyorum, bir tekne varmış arada kaldıkları, oraya çağırdı beni, gittim, ben bilmem öyle sevişmeleri falan, bir şeyler olmaya başladı aramızda, hani öpüşmekten, üstün körü sevişmekten öte bir şeyler olmaya başladı. Gerçekten anlamadım ne olduğunu, kendiliğinden gelişti her şey, birlikte olduk biz o gün. Ertesi gün hapı almamı falan önerdi bana ama o kadar şaşkınız ki, tamam diyorum da, nereden nasıl alırım pek bilmiyorum. Bir de hafta sonu eczaneler kapalı, neyse ben ancak bir gün sonra alabildim o hapı, o ay da hastalandım, hiçbir şey de hissetmiyorum zaten, böyle böyle yaklaşık bir beş buçuk ay geçti, o aylar içinde de çok kötü grip oldum, antibiyotik tedavileri gördüm, hoplaya zıplaya, taklalar ata ata dans ve müzikal gösterilerine hazırlandım, okul da bir gün dördüncü katta merdivenlerden düştüm, aylarca voleybol antremanlarına gittim. Zaten toplu bir kızım, öyle aşırı bir kilo almadım, her zaman ki gibi alıyorum sandım, ne göbeğim şişti, ne başka bir şey ama yaklaşık altı ay sonra adetten kesildim, stresten, hava değişiminden falan sandığım için de hiç aklıma bile gelmedi, sadece sürekli uyuyorum, eve gelir gelmez yatıyorum sabaha zor kalkıyorum ama onu da bu yoğunluğa ve yorgunluğa bağlıyordum genelde. Bir de biz Hakan’la yaptığımız şeyden o kadar pişmandık ki, bir daha hiç yaşamadık onu, zaten yaşayacak ortam da olmadı pek, neyse bir akşam internette gezinirken böyle köşelerde reklamlar olur ya, orada bir gebelik testi reklamı vardı, bende nerdeyse bir aydır hastalanamıyordum, bir tane aldım test yaptım, sırf makarasına, fakat birden bir çıktı ki sonuç, bakakaldım öyle, hamileydim, o sıra babam biliyorsun hapiste, annem şehir dışına yerleşmiş, ben burada babamın ikinci eşiyle veya teyzemle kalıyorum ara ara, ne yapacağımı bilemedim, kimseye bir şey söyleyemedim, sigortam babamın üzerine olduğu için aileme haber verirler diye, biliyorsun o sıralar bu aileye mesaj atma olayları vardı, aile hekiminden falan mesajlar gönderiyorlardı, korktum hepsinden, gidemedim ne doktora, ne kontrole, ne başka bir yere ama aklıma da gelmiyor, biz o olaydan sonra hiç birlikte olmamışız, hamileysem eğer çoktan geçmiştir zamanı falan, detaylı olarak hiç düşünemedim, Hakan’a söylemem lazım diyorum, her gün söyleyemeye karar veriyorum, telefonda konuşunca ya da buluşunca bir anda vazgeçiyorum korkudan, ondan da korkuyorum niyeyse. Neyse annem geldi iki yada üç hafta sonra, o hafta da ben kendimi o kadar kötü hissediyorum ki, yine bir sürekli uyuma hali, bi gece yatmadan önce dedim ki tamam artık bunu kesinlikle Hakan’a söylemem lazım, bir çaresine bakmazsak sonu daha kötü olacak, yarın kesin söylücem, sonu ne olursa olsun dedim, uyuya kalmışım. İşte tam o gece çok kötü sancılandım, diyorum kesin çocuğu düşürüyorum, içten içe de sevinmedim değil, zaten çok korkuyordum ne olacağından, şimdi diyorum düşük yapıyorsam bir yalan uydurur çıkarım evden hastaneye giderim, halledilir gelirim ama sancı durmak bilmiyor. Bağırmaya başladım artık, annem de içerden “Doğum mu yapıyorsun kız o ne biçim çığlık öyle” diyor, böbrek taşı düşürüyorum dedim ona da, o sırada öyle bir kanamam başladı ki durduramıyorum, felaket, gizlice tuvalete koştum, bir sürü ped koydum donuma, Hakan’ı aradım, dedim “hemen beni gel al, ben hamile olduğumu öğrendim birkaç gün önce, sana nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum ama sanırım düşük yapıyorum hemen gel.” Dedim. Bu geldi hemen evin önüne motoruyla, bende anneme “Hakan gelmiş bir hava alalım, bir de eczaneye uğrar ağrı kesici alırım, iyi gelir belki merak etme sen” diyerek çıktım evden ama anneme onu söylerken tırnaklarım etime geçmiş resmen kendimi iyi göstericem diye, biz çıktık, o halde motora bindim, önce ortak bir arkadaşımız olan Melis’in evine getirdi beni Hakan, orada beklemeye başladım, üst üste de ağrı kesici alıyorum sürekli belki biraz olsun ağrımı geçirir diye ama banamısın demiyor, gittikçe artıyor, artık çığlıklar atmaya başlayınca Hakan gitti bir arkadaşından arabasını aldı geldi, arabaya atladık hastaneye gitmek için yola çıktık, Hakan beni gördükçe daha da panik oluyor, ben ona sakin ol dedikçe iyice kötü olmaya başladı, arkadaşlarım zaten bende panikler, o hengameyle kaza yaptık, oradan sonrasını hatırlamıyorum, o arada bayılmışım, beni arabadan indirip hemen taksiye bindirmişler, hastaneye geldiğimiz sırada sedyeye bindirilirken kendime gelmeye başladım, daha sedyeyle kapıdan içeri girdiğimde de, doğuma alıyoruz acil dediler ve bir koşturma başladı, meğerse bebek geliyormuş, hani evde falan bir tuvalete girsem doğuruverecekmişim. Ben ne yapacağımı, nasıl söyleyeceğimi düşünürken onun zamanı gelmiş bile. Cahillik işte nerden bileyim. Doğuma girdim, iki saat sonra da anne olarak, kucağımda bir bebekle çıkıverdim. Hakan’da kapının önünde baba oluyorum diye bağırmış, şok geçiriyordu herhalde. Bir de o sıra on sekizime daha girmediğim için korkumdan hastaneye on sekiz yaşına yeni girmiş olan arkadaşım Melis’in kimliğiyle girmiştim, e çocuk doğunca hastane doğum kayıtlarını yapmak üzere bebeğin babası ve annesinin kimliklerini isteyince, ne yapacağımı şaşırdım, durumu anlatmaktan başka çaremiz yoktu. Hakan iş yerinde patronu olan Hikmet abiyi aradı, Hikmet abi de yanında bir miktar para ve eşiyle kalktı geldi. Hastaneye durumu açıkladılar, benim doğum masraflarımı ödediler, hastane de tabii ki on yedi yaşında olduğum için hem sosyal hizmetlere hem de polise haber verdi. O sırada bir de annem arıyor sürekli, açamıyorum telefonu, kaldığım o da biraz sakinleyince açtım, arkadaşımda olduğumu, ağrı kesiciden dolayı uyduğumu, yarın sabah erkenden geleceğimi, iyi olduğumu söyleyip kapattım telefonu, o geceyi orada geçirip ne yapacağımızı kararlaştırdıktan sonra uyuya kalmışım, sabah patronumun eşi gitmiş bizim eve, annemi almış karşısına, dili döndüğünce sakinleştirerek anlatmış olanı biteni, annem sinir krizi geçirmiş, bayılmış, bağırmış çağırmış yine bayılmış, sonra kendine geldiğinde beni aradı, “benim senin gibi kızım yok sakın gelme bu eve” dedi. Zaten o ara polisler geldi, hastaneden çıktık karakola gittik, ifade vermek zorundaymışım, kendi isteğimle olduğuna dair. Bir kere de okulda yaşadığım bir kavga yüzünden gitmek zorunda kalmıştım o karakola, orada ki polis babamı da tanıyor, beni görünce yine mi sen dedi, olanı biteni öğrenince, sanki yumuşadı biraz, ya da acıdı bana, babamdan ötürü de panikledi galiba, öyle hissettim suratından, önce annemi aradılar velayetim onda olduğu için. “Haberiniz  var mı, kabulleniyor musunuz, siz sahiplenmezseniz sosyal hizmetlere vermek zorunda kalacağız anne ile bebeğini “ demişler. Annem o sinirle kabul etmiyorum verin demiş. Bu sefer babamı aradılar, hapisten de yeni çıkmıştı, en korktuğum babamın haberi olmasıydı, “babam öldürür beni” dedim polislere, beni, bebeğimi ve Hakan’ı ayrı bir odaya aldılar, babam bir hışım gelmiş tabii, konuşmuş, biraz sakinleştirmişler, çok kan kaybettiğimi, beş on dakika daha geç gecikseymişim ölmüş olabileceğimi anlatıp yumuşatmışlar, sonra biri geldi odaya bebeği benden alıp babama götürdü, bebeğimi kucağına aldığı an ağlamaya başladığını gördüm babamın. Belki de hayat boyu canımı en yakacak olan sahnelerden biriydi, hiç unutmayacağım… Sonra beni ve Hakan’ı götürdüler odaya, babam bana sarıldı, ağladı, öptü. Çok çok tuhaftı, ne yaşadığımın, ne olduğunun inan farkında değildim, sanki rüya görüyorum da dışarıdan izliyor gibiydim olanı biteni, bebeğimin bu kadar sağlıklı doğması bile imkansızdı, o kadar ilaçlar, hoplamalar, zıplamalar, sigaralar, düşmeler. Onun bu dünyaya gelmesi gerekiyormuş, o da beni seçmiş gibi sanki. Yoksa yaşaması gerçekten mucize… İşte böyle,  şimdi ev bakıyoruz, bir aya kadar evlenmiş oluruz sanırım, gerçi yağmur dört aylık oldu bile ama ne yapalım, ev kurmak, işleri oturtmaya çalışmak, ne yapacağımıza karar verip o şoktan sıyrılmak uzun zaman aldı. İlk yirmi, yirmi beş gün kadar babam ve eşi baktı bize, o aralar, dayım, teyzem, babam annemi ikna etmeye, yumuşatmaya çalışmışlar, Yağmur bir aylıktan biraz daha azdı annemin yanına gittim ilk defa, zaten Yağmuru kucağına aldığı an bitti her şey, şimdi benden daha çok deli oluyor, hatta bırakmıyor bile bana, yavaş yavaş düzelecek hepsi biliyorum da, onları hiç böyle yıkmak istemezdim, elimde olsaydı yapmazdım da, resmen benim dışımda gelişti bütün olaylar. Tabii benim de kabahatim var, hem hiçbir şey bilmiyordum bu durumlarla alakalı hem de hiç dikkat etmedim kendime, o yoğunluk ve koşturmacada, okulum, eğitimlerim falan derken, yine çok yiyorum kilo almaya başladım zannettim mesela, gerçi hiçbir belirtim de olmadı, ne bir mide bulantısı, ne göğüs sancısı vesaire… hiç. Belki böyle olması gerekti ne bileyim, artık neyi düşüneceğimi de pek bilemiyorum, Yağmura baktıkça iyi ki olmuş diyorum, kendime baktıkça, eğitim hayatımı bitirdiğimi, artık kendimden daha çok onun için yaşamam gerektiğini görüp düşündükçe sıkışmış gibi hissediyorum… Belki de yaşımla ilgilidir, ilerde nasıl hisseder, nasıl düşünürüm bilemiyorum da, kader işte abla ya ne diyeyim. Olan oldu, ben bundan sonra sadece yağmur için herşeyin en iyisi, en güzeli olsun isterim, hem beraber büyüyüp, arkadaş gibi olucaz onunla daha güzel değil mi? diye gülümsüyor yüzüme... Ve sonlandırıyor... Öyle işte...

Benden de bir o kadar, öyle işte…  Sessizce dinledim, her anlattığını beynime kazımaya çalışarak, bazı yerlerinde dersler çıkarıp, bazı yerlerinde saatlerce düşündükten sonra sadece onun gözünden yazdım bu yazıyı… Annesinin yüreğinden ise başka bir zaman yazacağım. Ama hala günümüz Türkiye’sin de elalem ne der diye düşünüp kahrolduğu halde, evlatlarına bu kadar sahip çıkanları gördükçe, umudumu kaybetme raddesine gelmiş olsam da, yine bir umut doğuyor içimde.

Bunları gördükçe, dinledikçe, azıcık kendimize pay çıkarttıkça aşabiliriz belki o bizim hakkımızda verilen her kararı etkileme gücüne sahip ama bir türlü kim olduğunu bilmediğimiz “elalem”i.  

Kimse kimseyi yargılayabilecek hadde ve hakka sahip değil şu hayatta, çünkü her şey ama her şey insanlar için. “Bugün yargıladığını, yarın yaşarsın”a inanırım hep. O yüzden herkes başkalarının hayatlarını ve yaşama tarzını eleştirirken bence bir değil bin kere daha düşünmek zorunda, en azından kendi geleceği için. 

Ve Sezen… Güzeller güzeli sezen…Yaşı 18 Sezen’in… Yaşı küçük ama omuzlarında ki yük çok büyük. O da aldırmamaya çalışıyor elalem’e, yaşarım ben kızımla, elimden geleni yaparım ona bakmak için diyor, illa evlenmeme gerek yok, zaten bana bu konuda herhangi bir zorlama yapan da yok, sadece ben çok seviyorum Hakan’ı, evet ikimizin de yaşları çok küçük ama geçiririz bugünleri, arkadaş gibi büyürüz kızımızla beraber diye düşünüyor. Haklı da ama bizim toplumumuz da böyle düşünenler olarak maalesef azınlıktayız, keşke bu küçük kadınlarımız için, hatta tüm kadınlarımız ve şu saçma sapan elalem için gerçekten birşeyler yapabilsek!  

Çünkü toplum olarak Homofobik’iz, kadınfobik’iz! Ne kadar riyakârız Allahım, ne kadar kompleksliyiz, ulaşamadığımız ciğer, mundar olunca, içimizden geldiği ve yüreğimizin istediği gibi yaşayamayınca, yaşamaya çalışanları gördüğümüzde hele bir de arkasında kapı gibi ailesi varsa, destekse, koruyorsa, kimseye yem etmiyorsa, iyice hırslanıp taşlayarak, eleştirerek, yargılayarak derin bir “Ohhh!” çekeriz. Ama bunun harici daha nice bekar ve küçük kadınlar, küçük kasabalarda, şehirlerde, bağnaz mahallelerde aynı kaderi yaşıyor. Bazıları dışlanıyor, bazıları ise daha da fenası öldürülüyor! 
Rahatsın diyorlar bana…fazla genişsin… Nasıl bakabiliyormuşum bu tarz durumlara bu kadar olağanmış gibi. Hele bir çocuğum olsun o zaman görürmüşüm… Eşimle de en alevli tartışmalarımızdan biridir benim bu konularda ki düşüncelerim, ister kız çocuğu ister erkek çocuğu olsun, onlar zaten bir birey olarak geliyorlar bu dünyaya, ne yaşayacaklarına karar vermek değil, kararlarına yön vermek olmalı anne babanın görevi, uyarmak, tehlikeyi göstermek, olurunu olmazını anlatmak ve onları kendi yaşamak istedikleri hayatla başbaşa bırakmak, tabii ki her zaman arkasında durarak ve koruyarak. Çok kolay değil yazmak, uygulamak hele bir o kadar zordur tahmin edebiliyorum fakat  özgürlüğün, kendine güvenin, kendi kararlarıyla baş edebilmenin, verilen kararlar ve atılan adımların bedellerini ödeyerek en güzele ulaşılmasına olanak sağlamak bir insana verilebilecek en güzel hayat tarzı gibi geliyor bana.

Bugüne kadar ne kadar pişman olduğum şey yapmış olsam da hep bu şekilde yaşamaya çalıştım, umurumda değildi karşı komşunun bana bakıp da “cık cık cık” yapması. Yanlışlarım da çoktur, iyi ki yapmışım dediklerimde, yanlışlarımdan da bir sürü ders çıkarttım, iyi kilerimden de, bu yüzden Sezen hikayesini anlatmayı bitirdiğinde aklımdan geçen tek şey bundan sonrasının onun için çok güzel olması idi. Dilerim eğitim hayatına kaldığı yerden devam etsin, dilerim tüm hayal ettiklerini kızıyla beraber gerçekleştirsin, o dünya güzeli, yüzünden gülücüğü eksik olmayan, menekşe grisi gözleriyle etrafa tertemiz bakan o muhteşem varlığı öyle bir büyütsün ki, hiçbir şeyi gizlemek zorunda kalmadan, hiçbir şeyden korkmak zorunda hissetmeden, annesinin hep arkasında olduğunu bilerek sağlam, karakterli ve güçlü bir kadın olsun yağmur da… Ve dilerim çok ama çok mutlu bir aile olsunlar. Öyle çok sevsinler ki birbirlerini, yağmur gurur duysun anne ve babasının birbirine olan sevgisinden. Daha burada kelimelerimin yetmeyeceği kadar güzel bir hayat diliyorum hepsi için. 

Bu dünyada eğer bir mucize varsa, o da dünyaya bir bebek getirebilenlerdir. O bebekler kadar saf, onlar kadar temiz, o bebekler kadar güzel bir yaşamları olsun ömürleri boyunca, tüm “elalem ne der” diye düşünüp korkan, sırf bu yüzden utanç içinde yaşamalarına, öyle hissetmelerine sebep olunan, eleştirilen, aşağılanan tüm kadınlarımızın!



O “elalem”e gelince, genel de tanıdığım ve ne diyeceğinden korkulan elalem’ler hep Allah’ın adını anarak yatan, Allah’ın adını anarak kalkanlar nedense. Halbuki yaptıkları dedikodular, insan yargılamalar, “gıybet”ler nasıl da günah… Herkesi kastetmiyorum tabii ki, gerçekten Allah inancı ve Allah korkusu olup, buna göre yaşayan, tertemiz kalpli dünya iyisi arkadaşlarımda var benim ama bu aralar denk geldiklerim, ibadetlerini eksik etmemeye çalışıp, ağzından Allah'ın adını düşürmeyip yine de kalbinden geçene, ağzından çıkana, kırdığı kalbe, başkasının günahına girmeye çekinmeyenler genel de… Kendileri yaşamadığı ya da yaşayamadığı için karşıdan bakarak, hep işin kolayına kaçıp insanı yeren ve yargılayanlar... Onlar içinde tek dileğim “Allah ıslah etsin” den geçiyor. Umarım bir gün daha hoşgörülü, daha sevgi dolu, daha fazla empati yapabilen ve etrafla, etrafın hayatıyla uğraşmak yerine dönüp kendimize bakan ve kendini sorgulayan, Sezen ve Sezen gibileri rahat bırakarak, herkesin mutlu mesut yaşamasına sebep olabilen insanlar olabiliriz. Öptüm.

Salı

Bildiğin yazamıyorum!

Saat sabahın 08:14'ü! tabii ki bu saatlerde uyanmıyorum, hiç uyumadım, kafamda bir sürü şey dönüyor, yataktan çıkıp yazmak için 4 kere hamle yaptım bir türlü kalkamadım üşengeçliğimden, uyumak ve en azından öğlen uyanmak mı, yoksa uyumamak mı ve öğle vakti bastıran uykuyla akşama kadar uyumak mı arasında kaldım resmen, hala her an bırakıp yatabilirim gibi geliyor ama bu notları buraya almazsam hepsi aklımdan silinecek, çünkü tüm ses kayıtlarım telefonumla beraber gitti. O kadar çok şey yazmak istiyorum ki, bir de sabırsızım, hepsini aynı anda yazmak istiyorum çünkü artık sığmıyorlar bana, o yazmak istediklerim yüzünden yeni kayıt alamıyorum hafızama! hepsi birbirine karışacak diye. ve hala şu word belgesini açıp yazmaya karar verdiğimde, havadan sudan öylesine şeylerden bahsediyorum nedense! bu da işte benim parmaklarımı ve beynimi serbest bırakmamla alakalı. istiyorum ki akıp gitsin parmaklarım, ne istiyosa onu yazsınlar ama diğerleri kalıyor. galiba diğerlerini gerçekten sırasına oturtup, kurgulamam gerekiyor, öyle düşündüğümden kasılıp yazamıyorum.

Mesela çok enteresan, kavgalar ve bir sürü olayla dolu bir tanışma hikayesi var, şimdi ikiz çocukları var anlatacağım çiftin.okuyunca bayılacaksınız.

Sonraa, beni en çok etkileyen, hala düşündükçe ve uzaktan takip ettikçe, bir süre önce biraz müdahale de bile bulunmak zorunda kaldığım, 17 yaşında bir genç kızın kazayla hamile kalışının hikayesi var ki, gerçekten insan inanamıyor...hayat diyip geçiyorsun. yargılayıp,büyük konuştuğum ne varsa başıma geldi,herşey insanlar için diyerek karşı tarafa destek oluyorsun ama yüreğini çimdikliyor birşeyler...

Bir taksiye bindim, taksici bu ara sıra denk geldiğimiz, çok konuşan taksici amcalardan sağolsun. ilk başta normal konuşmalarla başladık, sonra bana nasıl taksici olmak zorunda kaldığını, neler yaşadığını bi anlattı ki, bildiğin telefonu ses kaydına aldım, gözlerimi belerttim, tek kelime etmeden dinlemeye başladım. onu nasıl yazmadan durabiliyorum anlamıyorum.

Bir iş yeri devretme hikayem var ki, bildiğin yedi sekiz sene hapis yatmaktan babam ve kocam sayesinde kıl payı kurtuldum, zaten iş çevirmeyi hiç beceremem, hele detaylı işlerse, hiiiç... ve her zaman ki gibi elime yüzüme bulaştı. Hep böyle direklerden dönmüşümdür zaten, allah baba sonumu hayretsin ne diyeyim, onu da yazacağım bir ara.

Eh mayıs ayından temmuz ayına kadar süren ve maalesef sonrasında durulmak zorunda kalan, arkamızda 6 gencin ölümünü, yüzlerce kişinin yaralanmasını bıraktığımız bir gezi parkı protestosu var -ki bugün ölemem, merti bugün son kez görmüş olamam ne olur allahım diye yalvararak, gerçekten son günüm olduğunu düşündüğüm çok nadir ve inanılmaz günler yaşadım.

bir hikaye yazmaya başlamıştım yıllar önce, sonra işe başlayınca vakitsizlikten tamamen rafa kalktı, ona başlamak istiyorum... ve daha bir sürü şey. Şimdi bunları yazana kadar birinden birine bile başlayabilirdim ama yazının bir zamanı var... zamanı gelince o bana kendini yazdıracak biliyorum da acele ediyorum işte, neyse notlarımı aldığıma göre yatayım artık. Gerçi her gün bunlardan birini bugün yazayım diye uyanıp akşama kadar saçma sapan bloglarda gezinip, saatlerce kitap okuyup, yemek yapıp yatıyorum ama gece gündüz yazı yazma planlarıyla yatıp kalkıp hala iki satır yazamadım ya ona yanıyorum. Neyse biraz zaman geçsin bakalım ne zaman hangisi yaz beni diye beni yerimden fırlatıcak. Kahve yapayım en iyisi uykum kaçtı...

Pazartesi

Valla Evlenmişiz!



Mertomm ne de şaşkındık 1 sene 3 ay önce bu gün bu saatlerde,
Sen beni üzerimde ki gelinlikle sabahın dördünde fındıklının o yokuşunda evin anahtarını almak için kovalayıp, son anda yetişen gruptan dayağını yedikten sonra, evimizin kapısından girip o düğün hengamesini ardımızdan bıraktığımız için mutlu, bir o kadar yorgun şekilde birbirimizin suratina ne de şaşkın bakmıştık.

Şimdi bir koca yıl, üç ay geçirmişiz aynı yastıkta, 455 gün, 15 ay kocca koca... Ben bir iş yeri eskittim sen bir araba bu arada. Peşimizden evlenenler, nişanlananlar geldi. Çocuk haberleri ile mutlu olduk bizden önce evlenenlerin, belki imrenmişizdir bile onlara. Hem şu anda bu düşünceden korkup, hem de ne kadar güzel olabileceğini düşündük beraber, sonra bi vazgeçtik, bi sırıttık, bi aman yok yok diye düşüncelerimizden kaçtık, bi göz göze geldik yine sırıttık… neyse ki şimdilik hala şu baş başa çift olmanın tadını çıkarmaktayız…

Sayısız film izledik sıkıcıydı çoğu geçtiğimiz senenin filmlerinin. Sayısız şişe boşaldı, binlerce bardak çay içildi, yüzlerce kez “oyyy” dediğimiz sofralar kuruldu yuvamızda..  Hoş sohbetlerle, kıyasıya ps yarışmalarıyla, dedikodularıyla, bi dolu dostu ağırladık, hatta daha bir çoğunu ağırlayamadık henüz. Ben yavaş yavaş öğrendim, yemek yapmayı, temizliği, sen söylendin, ben kızdım, kızdıkça hırslandım, hırslandıkça bir sürü şey öğrendim, evin düzenini oturtunca gururlandım kendimle. Yapabildikçe de şaşırdım, sonra annemden binlerce kez özür diledim, ailemi özledim ilk defa evlendikten sonra, hatta daha bir sevdim hepsini, herkesi ayrı ayrı. 

O kadar çok şey öğrendim, o kadar çok şey anladım ve bugüne kadar söylendiğinde saçma gelen o kadar çok şeye hak verir oldum ki, ağzımdan çıkan tüm o büyük kelimelerin havada uçuştuğunu gördüm... Yaşamadan bilinmiyor bazı şeyler, tecrübelerin yol göstermesi yeterli olmuyormuş işin içine girmeden. Allah bilir hiç birşey öğrenmemişimdir daha aslında... Korkuyorum ama biliyorum ki sana da, bu yuvaya da değer. Tecrübedir der geçeriz. Geçiririz, ne olursa...

Gerçi güldük de çok, arada kızdık hayata, kendimize, birbirimize, üzüldük, sinirlendik, yorulduk, biraktik. Sonra hep barıştık…hep sarıldık…başımıza gelen sıkıntılarda aslında birbirimize ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu ve el ele verince nasıl da üstesinden geldiğimizi görünce gururlandık… Ağlancak halimize kahkahalarla “ah kafamıza…” diyerek gülüp durduk çoğu zaman,en güzel anlardı belki, üzülmekle karışık o "bu halimiz ne yine, bi burnumuz çıkmaz mı b.ktan" düşüncesi ile gelen sinir bozulmaları ve bunu en güzel şekilde gülerek karşılamalar.

İşin özü paylaştık şu bir seneyi, hem de her anını, sonuna kadar. Çok iyi yapmışız be Mertim. İyi ki evlenmişiz, iyi ki nasıl olması gerekiyorsa öyle olmuş herşey. Tek bir saniyesini bile değişmem, keşke şunu da şöyle yapsaydık diyemem, başımıza her geleni hakettik belki bilirim ama çok da eğlendik, iyi ki iki ayağımız bir pabuca girecek kadar hızlı karar vermişiz, beş kuruşumuz yokken, bir anda, kimselere söylemeden ev tutup ortalığı ayaklandırmışız, iyi ki herşey alelacele olmuş…Ne güzel olmuş….

İnsan sevgiliyken tam olarak tanıyamıyormuş birbirini… Aynı evin içine girince çok başka oluyormuş herşey, zor, sorumluluk dolu, alışması zaman alan, çok zorlu bir süreç geçti… Belki de en zoru geçti… Ben tanıdığım bu adamı eskisinden daha bir çok sevdim, uyurken sarılmak istediğinde bir anda bütün vücudumu üstüme attığı için nefes alışım kesildiğinde sinirlensem de, yorgan çekişmesi yaparken deliye dönsem de, etrafa çoraplarını adeta izini bırakır gibi bıraktığında söylene söylene toparlasam da, eve gelişini, merdivenden sırıtarak çıkışına aşık oldum, sıkıştığımız zamanlar da çözümler bulmaya çalışırken hararetle “öyle de yaparız, böyle de olur, hallederiz be aşkım!” diyerek bir anda sarılmalarımızı çok çok sevdim… Evimize ufacıkta olsa bir çerçeve, herhangi değişik bir şey aldığımızda onu nereye koyarsak daha güzel olur diye karar veremeyip bütün evi dolaştığımızda ki heyecana bayıldım. Sabah kahvaltılarına, evi döndürmeye çalışmalarımıza, iyi bir takım olmamıza ve bize tekrar aşık oldum.

Yaptığın tüm fedakarlıklar için, ara sıra kızsam da beni bugüne kadar ciddi boyutlarda hiç üzmediğin, mutlu olmam için elinden gelenin fazlasını yaptığın için, beni bu kadar çok sevdiğin için çok teşekkür ederim…

1 sene 3 ay geçmiş, çok değil bir evlilik için belki ama o kadar sıkıntılı ve zor zamanlar geçirince, girdiğimiz bu savaştan galip çıkmış gibi hissediyorum, herşey daha da güzel olacak, tamamen “oh be!” diyeceğimiz zamanlar çok yakın biliyorum ama yarattığın mucizeleri, bir evin tüm sorumluluğunu alıp, bana, eve, her yere bölünmeye ve kimseyi kırmamaya çalışmanı görmezden gelemediğim için yazıyorum bu yazıyı… 

Seni çok sevdim ben, iyi ki sevmişim. Aldığım tüm ani kararlar hep pişmanlıkla son bulsa da, sanırım yaptığım tek doğru bu oldu.  Yaşadığım 4 senenin hiçbir anını, dünyalara değişmem ama şu son bir seneyi unutmam mümkün değil… Dilerim en kötüsü bu olsun.
Teşekkür ederim kirpik herşey için, seni çok seviyorum.
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...