Cuma

Nazım Hikmet'ten...

Bir şey var aramızda,
Senin bakışından belli,
Benim yanan yüzümden...
Dalıveriyoruz arada bir,
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze,
Bir şey var aramızda,
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek...
Fakat ne kadar saklasak nafile,
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor Benim dilimin ucunda...

..Kördüğüm...

Geçen akşam tv izlerken,
Okan Bayülgen tam da Sevgililer Günü'nde ne de güzel söyledi.
Aşk, bir hastalıklı durumdur diye.
Normal bir şey değil ki, aşk. Kendini değil de bir başkasını bu kadar düşünmek, onun için her şeyi yapabilecek duruma gelmek, uğruna ölmek, öldürmek...
Doğa üzerinde yaşayan her canlının doğal dürtüsü olan,"yaşamda kalma savaşı", neden aşk söz konusu olunca silinir gider ve insan neden aşağılanmaya, acı çekmeye böylesine karşı konulmaz bir biçimde kapılır çok fazla aklımın, mantığımın aldığı söylenemez gerçi aşk'ın olduğu yerde mantık barınamadığı içindir ki bu soruma cevap aramıyorum... :)
Bilim adamları, aşkın bir hormonal değişim ya da bir kimya oyunu olduğunu söyleye dursa da aşk aslında simyadır. İnsanı altına çevirme sanatıdır tabii yaşamasını bilene... Karşısında ki insana saygı duymayı bilen insanlardır bunu kıvırabilecek olanlar... Bence... =)

Aslında sevgililer günü ile aram hep nane olmuştur benim :)...
Hiç sevgililer günü kutlamadım, tuhaftır hiç sevgilimin olduğu bir zamana denk getiremedim şu günü, gerçi çok fazla birşeyler beklemiyorum, ticari amaçlar üzerine kurulmuş,
yapmacık "Yaşasınn"..."AyYYy!! Aşkımmm..." ların olduğu bir gün olarak gördüğüm içindir belki, çok çok da fazla bir anlam taşımıyor. Bir kez sevgilimin olduğu bir zamana denk geldi 14 şubat, o da zehir gibiydi zaten... Ondan sonrasında da daha denk gelmedi...
Tamam...Tamam... kabul kutlamak ister miydim isterdim..

Ama zoraki sevgi gösterilerinin yapılması gereken bir gün yerine, içten gelen bir gün tercih edilse daha güzel olmaz mıydı?

Ben mi çok acımasız oldum...
Belki de ben inanmıyorum artık bu bıcır bıcır aşk böcekliklerine,
belki de onlar doğal... Benim inançsız olan...
Bilemiyorum...
Düşüncelerimin değişmesi son 2 seneye tekabül ediyor aslında, çok fazla sebebi var fakat, ilk defa bu sene hissediyorum, sevgililer günü ilk defa bu kadar bomboş...
İlk defa bu kadar gereksiz benim için...
Aslında sevgililer günü bahane... Bazen birşeyler, bir an sebep olur bütün düşüncelerini gözden geçirmene, ölçmene, tartmana...

Bu akşam düşündüm,
Hangisiydi sevgili?
Kimdi sevgilimsi?
Hangisi aşktı?
Hangisi aşkımtrak?

Aradım aradım, bazı cevapları bulup cebime attım, bazılarını bulsam da kendimden sakladım. Ama şu soruda tıkandım:
Büyüdükçe neden aşkta çömez oldum?
Nereye uçtu aşka olan müthiş güvenim?
Bendim ya dünyada iki gerçeğin olduğunu savunan, biri ölümdü, biri de aşk...
Bütün şarkılar, bağıra bağıra söylediğimiz, kiminde ağladığımız, kiminde nispet yaptığımız, kiminde intikam aldığımız...
Dünya üzerinde ki neredeyse tüm şarkılar aşk üzerine yazılmamış mıydı?
O zaman bir aşktı şu dünyada insanların yaşamasına sebep olan, sürekli aranan ve umud edilen, gerçek olan... Bir de ölümdü eninde sonunda hepimizin başına gelecek olan...
Ama gitti bu inancım.. Nereye gitti? Kim götürdü? Geri verin.. Mutsuzum...

Yada Kiminle basıp gitti korkusuzluğum?
Bu, kenara sıkışmış kedi gibi tırnak çıkartmalar bana kimden miras kaldı?

Bu soruların cevaplarını bulamıyorum, bulsamda kendi kendime itiraf etmek istemiyorum, çünkü o zaman "pişmanlıklarım yok tecrübe!! yaşadıklarımdan pişman değilim..!" düşüncem ile çelişeceğim!!
Neden bazen soruların cevaplarını yüksek sesle söylemek bu kadar zor,
doğruluğuna inandığım halde...
Aslında ne kadar kirlendi herşey, ne kadar gerisindeyim hayatın, istemek ne kadar kolay,
almak, vazgeçmek...Sonra tekrar istemek, başka istemek...İstemek..
Sevgili olabilmek, ayrılınca o güzelim günleri yaşayan sen değilmişsin gibi düşman olmak, iğrençleşmek... Birbirinin yüzüne karşı küfürler, hakaretler...
Bu mu o inandığım aşk...
Belki de o güvenim bunları göre göre kaybolmuştur....
Birine 'sevgili' demek o kadar kolay mı? Bence değil!
Sevgili ne demek?
Bir hayatı paylaşabileceğini düşündüğün, her an yanında olacağına inandığın, yanında olduğun her an kendini güvende hissettiğin, onsuzken hayatın tadının tuzunun olmadığı, aklını kapı arkasında bırakıp uğrunda herşeyi yapabileceğin...v.s.. Bu kişi değil midir sevgili?
Peki her karşına çıkan, her hayatına girende bunlar hissedilebilir mi?
Hayır mı?
Gördüm,kafanı sallıyorsun...Bi sağa...Bir sola...
Bencede hayır...

Ama şimdi herkese 'sevgili' diyorlar... her hayatına girenle 'aşk' yaşadığını söylüyorlar.
Çok biliyorlar.....
Onlar aşkı dile dolaya dolaya yırtık pırtık bırakıyorlar.
Bakış açısı işte,
Belki de ben yanlışım ama o kadar kolay mı??! hadi biri bana cevap versin!
Ben mi abartıyorum?
Ben mi büyütüyorum gözümde bu aşk denilen şeyi?
Ben mi boş yere bekliyorum, sabrediyorum,
karşıma çıkanlar içime sinmediği için,kafamı boş yere mi başka yöne çevirip, bir gün kendi gelecek benim bir şey yapmama gerek yok, sadece kendi hayatına bak ve asla sevemeyeceğini düşündüğün yada olmayacağını bildiğin insanlara boş yere "bir deneyeyim" diyerek bulaşma diyorum kendi kendime.
İnsanlar artık hayatıma birinin girmesinden yana, sene dolacakmış neredeyse...
Dolsun... isterse seneler dolsun...
Gerçekten yeniden tümüyle kendimi kaybedeceğim o kişiyi bulmadan, sırf öylesine birini hayatıma katmıycam!
Kimsenin yanlışı olmayacağım!
Kimsenin doğrusundan götürmeyeceğim!
Bu ısrar neden...
Dedikodu mu arıyorlar?
Belki de hayatıma biri girdiğinde mutlu olacağımı düşünüyorlardır...

Ama Anlamıyorlar!
Yalnızlığımı çözemiyorlar...
Sırf boşluk doldurmak için kendimi kandırmayacağımı bilmiyorlar.
'Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk' ne demektir düşünmüyorlar.
Yüreğimi ısıtmayan, kalbimi göremeyen birine 'sevgili' demeyeceğimi hiç bilmiyorlar...

Her neyse...
Bir gün sevgililer gününün hakkını vererek kutlayacağım buna eminim,
belki seneye, belki ondan sonra ki seneye...
Ama gerçekten "sevgili" diyebileceğim biriyle...
Umarım....

Öyle uzak ki yerim,
Uzakları aşıyor,
Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor....
Ya herşeyim, ya hiçim...
Sorma dünya ne biçim,
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolanıyorum....

Pazar

Aşk Durdukça...

09.02.09 - 04:30

10 kişiyiz biz...

Derya,
Aramızda ki mantıktır, her zaman mantıklı olanı söyler, duygusallığa karşı olmasa bile duygusal olarak verilen kararların sonuçlarının bazen yanlış olacağını bilir ve hep mantıkla kararlar vermeye çalışır... Sevgisini, sevincini, kızgınlığını doya doya, hoplaya zıplaya gösterip, kırgınlığını veya kıskançlığını kendine saklayabilen nadir insanlardandır... Canımın içi, hayatımın en başta gelen kişisidir... Şimdilik "oglum!" lafı ile ve Rana'ya "Soğuk revani" değil "soğuk nevale"yi öğretmeye çalışması ile ünlüdür... umutluyuz!!! :)

Nesli,
Makara yapmak istediğinde, aynı zaman da ağlamaktan nefesin kesildiği sıralar arayabileceğin dostlardandır, ağlayarak ararsın, gülerken gözünden yaş geldiği sıralar da kapatırsın, ciddi konuşmak istediğinde, gerçekten sıkıntın olduğunda bambaşka biri olur. Başkadır...Kendi ayakları üzerinde durmak için savaşır, ilk aşkı ile evlenmek ister, kendi içinde ne kadar sıkıntılıysa dışarıya belli etmemek için o kadar gırgırdır... Dosttur... Dedim ya başkadır...

Gülcan,
Hep aşk ister...Hep heyecan ister... O heyecan bittiği an arkasına bile bakmayabilir, gerçek aşk'ı, sonsuz olan aşkı arar... Bulabileceğine dair ümitlerimiz tükense de neler olacağını izleyip göreceğiz...İnatçıdır, özgürlüğüne düşkündür, sırdaştır, dostuysan düşündüğünü gizlemez,dan diye suratına söyler, allak bullak olsan da inattır doğruyu, mantıklı olanı söylediğini bilir, kavga etseniz bile sen sakinleşip kedi gibi gelinceye kadar bekler sonra da kaldığı yerden devam eder... :) alındıysa, kırıldıysa, kıskandıysa asla belli etmez ama sonrasında fitil fitil getirir, kendi ayakları üzerinde durmak ve özgürlüğünü kimseye kaptırmamak içindir tüm savaşı, en ufak bir kötü durumunda yarım saat sonra kapıyı açıp onu görürsün... Eğlencelidir... Bir battaniye, bir koltuk, iki fincan sıcak çay ile sohbetin doyulmaz keyfidir o...Dosttur...

Burcu,
Aşıktır... Senelerdir, hep aşıktır... İş bulmak için çabalar, şanssız bir dönemindedir, sorunlarla boğuşur...Tek istediği evlenmektir... Bir gün evlenecek ve dünyanın en mutlu ev hanımı olacaktır sonuna kadar destekçisiyiz... :)

Rana,
Delidir, cıvıl cıvıldır, rengarenk giyinir, makyajlar yapar, herkesin sus pus kalıp, kocaman açılmış gözleriyle, sessizce verilmesi gereken tepkilere, ciyak ciyak tepkiler verir. Hepimizin onu ısırıp, yiyesi gelir, mantıklıdır ama duygularına göre hareket eder. Aramızda "soğuk revani"si ile ünlüdür. Şu zamanda tertemiz kalmayı başarabilmiş nadir kızlarımızdandır, bizim kötü tarafından baktığımız olaylarda öyle bambaşka bir bakış açısı vardır ki, düşüncemizi söylediğimizde masmavi kocaman açılmış boncuk boncuk gözleri ve bir karış aşağı düşmüş çenesi ile bizi dinler ve ağzından bir kaç kelime dökülür... "Ay inanmıyoruuum, ben hiç öyle düşünmemiştim..!!" tertemiz kalbi ve insanda tebessüm yaratan neşesi ile aramızda ki çatlaktır, dosttur... Kardeştir...

Sinem,
Genç bir kız olma yolunda yürüyen bir kızın saflığı ile olgunluğun karışımıdır o... 7 senelik bir sevgilisi, kimi zaman çalkantılı olan bir okul hayatı ve asabiyet ile tatlı dilinin karışımı olan orta karar bir aile yaşantısı vardır. Duygusaldır fakat mantığı ile hareket etmeye çalışır, yine de bu mantık bir tek aşkına işlemez o kadar... :) Evlilik hayalleri kurar, evlenmek ister, bir yandan da ayakları üzerinde durabilmek ve eğitimini en yüksek noktaya kadar götürebilmek ister. Evlilik dışında kendi için binlerce hayali vardır, gerçekleştirecektir...Deli doludur ama tam bir sırdaştır, güçlü ve baskın bir karakterdir, kimseye eyvallahı yoktur yine de çok yufka yürektir. Seninle ağlar, seninle güler... Bambaşkadır... Kardeştir, dosttur, arkadaştır....

Semin,
Özgür ruhumuzdur. Hiç birimizin cesaret edemeyeceği şeyleri korkmadan yaşar, tehlikelerinden bahsettiğimizde aslında o tehlikelerini hiç düşünmemiştir ve iş işten geçtikten sonra korkmaya, düşünmeye başlar, delidir...Bazen depresyon, bazen cıvıl cıvıldır, derya ile birlikte, izlenilen bir filmde karakter ile dalga geçmeye başladıkları an o "dram" adı altındaki filmi gülmekten izleyemez hale gelip kapatmamıza sebep olan kişiliklerdendir... Yüreği tertemizdir, kimseden kötülük beklemez, kimseye kötülük düşünemez fakat binlerce kez kötülükler ile karşılaşıp kahrolur, yine de vazgeçmez... Umutlarımız tükemekte olsa bile, bir parça kenarda köşede kalmış bir umudumuz vardır ve sabırla beklemekteyizdir...Tek bir derdi vardır evlenmek, hep evlenmek ister gerisi önemli değil...birtanedir işte, deli dolu, depresyon, özgür ruh ve ev kadını ruhu karışımıdır...enteresandır...yine de Kardeştir ve yapacak birşey yoktur... :)

Özge,
Kendi ayakları üzerinde durmayı birinci hedef haline getiren, deli dolu, cıvıl cıvıl, her an, herşeyi yapabilecek kadar çatlak ama bir o kadar da mantık ile kendini frenleyebilen enterasan kişiliklerimizden biridir... Sevgi doludur ve sadece sevilmek ister, sevildiğine ve üstüne bir de güvendiğine inandığı an dünya onundur... Sevincini çığlık atarak, zıp zıp zıplayarak, bağıra bağıra konuşarak gösterir ara sıra kulaklarımızın hala duyup duymadığından şüphe eder olsak bile insan da her daim tebessüm uyandıran biridir, hatta onunla geçen bir anı hatırladığınızda bile gülümsersiniz, grubun en deli üyelerinden biridir... Aşk ister, kalbi çarpsın, ağzından çıkacak hale gelsin diye bekler...Bulacak ve çok mutlu olacaktır... Umutluyuz!!! :)

Gaye,
İçinde bir sürü kişi barındıran, aynı gün içinde hayatından bi an muhteşem keyif alırken, bir an sonra bulunduğu dünyaya lanet edebilen, bi yandan deli dolu, bir yandan sessiz sedasız, yüreği tertemiz, binlerce hayalleri olan ve onlar ile yaşayan, kendine biçilen rollerle boğuşan, özgür ruhu tavan yapmış, güçlü görünen ama biri koynuna alıp sevgiye boğsa ve buna yürekten inansa göz yaşlarına boğulacağını hissettiğim kişidir. Nedenini bilmediğim bir hüzün ve sarılma hissi uyandırır, ilginçtir...

Ben........
Hımmm....
Ben işte... =)

Yaşları 18 ile 23 arası değişen, genç bir kadın olma yolunda adım adım ilerleyen, yediğimiz kazıklarla, aşk acılarıyla, iş hayatında ki ve eğitim hayatlarımızda ki çalkantılarla, yavaş yavaş hayatın içine girmeye başlayan ve o zamanlar büyümenin bu olduğunu bilmediğimizden,
"ah bir büyüsem varrryaa...!"
türü düşüncelerimize şimdi küfür eden, bir araya geldiğimizde saatlerce süren dedikoduların ve kahkahaların eksik olmadığı, tabu da kavgalar eden, büyük ada'da inanılmaz anılar bırakan, gece 11 civarında herhangi bir konudan açılan sohbete başlayıp sabah ezanı okunurken saatin kaç olduğunun farkına varan, haftada mutlaka en az bir kez görüşen, sağlam ve güçlü görünmeye çalışıp aslında tek başımıza bir köşeye çekildiğimizde sığınacak ve korunacak sıcak bir kucağa, gerçekten hissederek söylenen bir "seviyorum"a tav olabilecek 9 küçük kızız biz...

Onları izlerken aklımdan binlerce şey geçiyor,
İnsanın yaşı ile dertlerinin sayısı arasında günden güne periyodik aralıklarla artan bir bağlantı var bence. Her gün ayrı bir dönüm noktası beliriyor kapıda, tahminlerime göre de ömür boyunca bu kapının bulunduğu mekanın hiç bir önemi olmayacak. İster sınıf kapısı, ister apt... Hayat tersliklerle dolu gözüküyor gözüme.

Küçük, kısa mutluluklarla hareketlenen bir çizgi gibi gün geçtikçe artıyor sorumlulukların ve o sorumlulukların getirdiği sıkıntıların sayısı...
Ama her deneyimde, her deneyde olduğu gibi 0,1'lik sapmalar olabilir, insanın, hayat dertlerden ibaret diyesi gelse bile, her zaman umud etmemiz bu yüzdendir belki...
İlkokulu düşünüyorum bazen, ne tanjant bilirdi, ne şiirlerin kafiye şemasıyla uğraşırdık, birbirimize büyük bir hava ile sorduğumuz "vat iz yor neym??" gibi sorularda harf yanlışlığı yapmaktan veya çarpım tablosunu karıştırmaktan ibaretti korkular. Beslenme çantamızdan, yanımızdakinden daha iyi birşey çıkması yolundaydı beklentiler...

Ali topu atardı, oya da tutardı işte...Ama Ali ve Oya arasında hiçbir zaman aşk diye birşey yoktu. Durmadan oyunlar oynar, yerden yüksekte olunca güvende hissedebilirdik kendimizi. Resim defterlerimizin sayfası yırtıldığı için ağlardık sınıf kapılarında. Erkekler kızların saçını çeker, kızlarda erkekleri tırmalardı.
Ve tek ümidimiz bir an önce büyümekti...

Derken Osmanlılar belirdi Sosyal Bilgiler kitabından, o güzelim Hayat Bilgisi bize hayatın gerçeklerini, "aşk"ı, "dostluğu", o "la fonten" denilen adamın yazdıklarının tamamen kendisinin şizofrenliğinden kaynakladığını, aslında hayatın böyle olmadığını öğretmeden gidiverdi. Kendi kendimize öğrenmeliydik...Herkes kendi hayatına başlamıştı, 45 kişilik sınıfça grup olmaktan çıkıp, 5x9'luk gruplar oluşturmaya başladık. Havuzlar çoktan problem çıkarmaya başlamış, üçgenin iç açıları toplamı 180'i bulmuştu bile... Erkekler kırmızı Ferrari, kızlar Leonardo Dicaprio ile tanımaya başladı ilk tutkuyu...

Dostluk ve Aşk yavaş yavaş gözükmeye başlamışlardı... Ve ilk ayrılık acısını tattı yüreklerimiz, 8.sınıf bitmiş, herkes kendi yoluna gitmeye başlamıştı. Kendi dostlarımızı seçebiliyorduk ve dostlar ayrılmak istemedi hiç bir zaman... Bazılarımız ömür boyu görüşme sözü verdi, bazılarımız işini garantiye almak için, birbirimize bir kaç sene daha katlanabileceğimizi kanıtlayarak aynı yollara girdik...
Girdiğimiz yolda, belki daha sağlam, daha gerçek dostlar edindik... O dostlar, işte o yukarda yazdıklarım, onlar ayrılmadılar bir daha...
Ne endoplazmik retiklumlar girebildi aramıza ne denklem denilen kabuslar. Bizi bekleyen düşmandan habersiz, ona karşı birbirimize nasıl destek olacağımızı bilmeden ders kaynatma çabalarına ortak olduk bir süre. Ne dönem ödevleri, insan hakları sokmaya çalıştılar beynimize de Aşk denilen haksızlıktan hala haberimiz yoktu... Ta ki "O"nu görene kadar. Hepimizin artık bir "O" su vardı. İngilizce bitmiş, şimdi de aşk'ın dilini çözmeye çalışıyorduk. Ama bu hepsinden daha zordu, sıraların üstüne ismi kazınırken sinsice kalbimize de kazınıyordu. Erkeklerin saçları jöle ile tanıştı, etekler yer çekimi kanununa karşı gelerek dizlerimizin üzerine çıkmaya başladılar. İngilizce derslerinde her "I"dan sonra bir "love you" yazası geliyordu insanın. Öyle bir dertti ki şu aşk suyun kaldırma kuvveti bile üzerimizde ki yükü kaldırmaya yetmez olmuştu. Ali ile Oya top oynamayı bırakmışlardı çünkü onların arasınada Aşk girmişti...Reddedilenler ağlıyordu artık sınıf kapılarında, resim defteri önemini yitireli çok zaman geçmişti... Evet her gün yeni bir dönüm noktası vardı. Her doğan yeni gün uykusuz bir gece ile sonuçlanıyor, her uykusuz gecenin öcü sınıfta "kaldır kafanı!!" sesi ile irkilen bedenlerimizden alınıyordu. Marmara bölgesinin fabrikaları, Doğu Anadolu'nun dağlarını kovalıyor. İnkilap tarihi kemiriyordu Aşk ile alt üst olmuş kalplerimizi. Derken sınav stresi atıldı üzerimize ve yine bir ayrılık daha göründü kapıda. Ayrılığımıza bu sefer "mezuniyet" diyip çıktılar işin içinden, paylaşılmış kalpler, paylaşılmış anılarımız vardı, artık büyümüştük, abi ve ablalardık, Aşk'ı, dostluğu öğrenmiş, kısacık 3 seneye yüzlerce anı sığdırmıştık...
Artık yüreklerimiz ayrılıklara alışmıştı, hem Ali ile Oya'da çıkmış ve ayrılmışlardı zaten...

Oya'lar başka Ali'ler, Ali'ler başka Oya'lar peşindeydi. Ayrılık koymaz bize dedik gözlerimizden yaşlar gelirken bağıra bağıra aşk şarkıları söyleyip, danslar ettik o gece...
Üçüncü, belki de on üçüncü baharını yaşayan kalplerimiz, parabollerin doğruları,erkeklerin kızları kesmeye başladığı bir dönemde buldu kendini. Atomu terk eden elektronlardan farklı olarak biz terk edildiğimizde ağlıyorduk. Herkes çekim kuvvetini arttırmak için uğraşıyordu. "O benimdi!!!" "hayır benimdi!!!!" diye kavgalar ediliyor. 2. katın penceresinden bakan çocuk bir daha görünsün diye bahçede dakikalarca bekleniyordu, artık Aşk hep vardı ve gitgide artan bir dert olarak peşimizi bir daha hiç bırakmadı...

Ve dostlarımız... Onlar hep bize destek oldular... Kimisi biz ağlarken ağladı, kimisi ağlayanı güldürmek daha değerlidir diyerek akan gözyaşlarımızı silerken espriler yaptılar ama hep yanımızdaydılar...
Bazen kendimizi tanıyamaz olduk, silkelediler, gerçek bizi gösterdiler... Dostlar da aynı Aşk gibi hiç bir zaman peşimizi bırakmadılar... İyi ki de bırakmadılar...
Telefonda
"ben eve yürüyorum"
lafını
"ben oraya geliyorum"
anlayıp 40 dakika boyunca bekledikten sonra arayıp,ulaşamadıklarında başımıza birşey geldi sandılar, evimize gelip daha ayakkabılarını bile çıkarmadan
"o telefon neden açılmıyor, yüreğimizi ağzımıza getirdin, başına birşey geldi sandık aptall!!!" diyerek fırçaladılar... Aile oldular, kardeş oldular...

Biz büyüdükçe dünya küçülüyor, kesinlikle eminim artık "geçmiş" denilebilecek günler oldukça. Zaman durmadıkça, biz büyüdükçe dertlerde büyüyor. Her gün düzenli olarak ilerlese de Zaman-Aşk-Dert grafiği, "Dostlarımız hep yanımızda kalacak...!!" diyerek avutabiliyor insan kendini...

Hepinize olsun hatunlarım....

Dünya döner bir gün daha,
Yeryüzünde aşk durdukça...
Gece erken inse bile korkma,
O hep seninle kaldıkça...
Biliyorsun gitmem gerek,
Yollar bitmez düşünerek,
İster sonuç de istersen sebep,
Bu düğümü çözmem gerek...
Belki sana yazarım uğradığım bir şehirden,
Renkli bir kart atarım mekke yada kudüsten....
Sonra bir gün cıkarım sen artık dönmez derken,
Bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken..........

07:15
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...