Çarşamba

Sahi Kimse Aşktan Ölmüyor mu Artık...?

Övünmek gibi olmasın da, aşk konusunda boyumun ölçüsünü almakta üzerime yoktur. Hayır işin kötüsü ne uzuyorum, ne kısalıyorum, her defasında öğrendiğim şey hep aynı, topu topu 1.65 işte…

Burnumun ucunda sivilce çıkmış, bunca koşturmanın içinde hemde o kadar sıkıntı çekip milyarlar yağdırmışken bu bana yapılmazdı be sivilce… Onu fark ettiğimde tam da ilişkiler ve aşktan konuşuyorduk, maske, kurutucu v.s bulamayınca bi koşu gittim banyodan bir parça diş macunu alıp üzerine konduruverdim ve sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik ama tabi burnumun tam ucunda bir diş macunu topakcığıyla, sohbette komik bi hale bürünmüş oldu… Burnumda diş macunu varmış benim daha, ne aşk’ı, ne evliliği… Eh Ahmet abi =) doğru diyorsun aslında, diş macunu topakcığım ile yaşarım ben, hem gayet memnunum bu durumdan…

Genel olarak yürekten, tüm samimiyetin ve dürüstlüğün ön planda olarak sevmenin ne olduğunun unutulduğu, insanların birbirine menfaat amaçlı yaklaştığı, bir türlü doyuma ulaşmayan iştahlarıyla önüne gelene aşıkmış gibi davrandığı, ne istediğini bilmeyen, cinsellik söz konusu olduğunda yakında hayvandan farkımızın kalmayacağı, günümüzün “modern”, özgürlük adı altında “değer” , aşk adı altında “sevgi” den nasibini almamışlara değinmek istedi canım…

Sahi kimse aşktan ölmüyor mu artık?

Herkes bir kaçış, bir saklanma içinde mi, herkes kendini mi korumaya çalışıyor…
Ama neden?
En son ne zaman bir şeyi dibine kadar yaşadığımızı hissettik? Ne zaman sırf mutluluktan ağlayacak hale geldik?
Ben hatırlayamıyorum…

Belli bir yaşa kadar birini sevmek için bir sebep bulmak ne kadar kolaydı. Bir gülüş, bir eda, bir ses tonu, bir cümle, bir arkadaş övgüsü, bir saç modeli... Ne tatlı, ne benzersiz bir heyecandır o kalp çarpıntıları ve bu özellikler nasıl gözümüz de büyütür o insanı...

Hatırlamak istiyorum o yaşlarımı, çok da geçmedi ya üzerinden, 5-6 sene falan… “Yalanlar söylesin, yeter ki beni mutlu etsin” günlerinin bedeli öyle ağırdı ki... “O gülünce hayat bayram yeri gibi oluyor” dan şimdi yanlış yapma korkusuyla ayaklarımızı, düşüncelerimizi, yüreğimizi zımbaladığımız rüyalara geçtik...

Kadın diliyle anlatmıyorum ama bunu, sakın yanlış anlamayın. Kadın erkek fark etmiyor herkes eşit ağırlıkta yanıyor bu fırında... Birisini sevmeye karar verdiğimiz zaman kendimizden başlayarak herkesi ikna edebilecek cümlelerimiz var aslında...

Tecrübesiz ve kırılgan kalplerimiz yavaş yavaş keçeleşmeye başlıyor hissediyorum.. Cümlelerin alt metinlerini, beden dillerini okumayı öğrendim sanırım ve sevmedim bunu, aptalı oynamak bazen daha güzeldi. Anlamak, ona göre ayağımı denk almak değil, anlamamak ve sadece içimden geldiği gibi davranmak istiyorum yeniden ve herkesin doğruyu söylediğine bir an bile düşünmeden inanmak, birilerine güvenebilmek. Hayatın gittikçe zorlaşması, güven duygusunu kaybetmeyle başlıyormuş sonunda çözdüm… yaşasın! =)

Biricik Murathan Mungan’ın “Ben sende bütün aşklarımı temize çektim” dizesinin az çok okumuş olan Türk erkeklerinin, bu lafı ağızlarına sakız ettiğini keşfettiğim zaman ki hayal kırıklığı anlatılır cinsten değil, halbuki o bunu yalandan yazmamıştı. “Yapmayın böyle, şaire ayıp oluyor...!“ diyesim geliyor çoğu zaman. Yapmayın işte... Yalansa yapmayın...!

Kadın erkek fark etmiyor, beni bu aynılık bitiriyor. Aynı dizeler, aynı vaatler, aynı övgüler, aynı yergiler. Her filmde, her “gerçek hayat” şovunda, her şarkıda...

Sanıyorum Murathan Mungan’ı, Nazım Hikmet’i, Atilla İlhan’ı ölümsüz yapan sihir her aşk için yeni bir satır yazabilmelerinde...

Söylenmedik söz bulmak zor olsa da her insan yeni kelimelerle sevilmeyi hak edilmiyor mudur acaba??
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...