Cumartesi

Yağmura, Buluta, Yıldıza, Aya....

Buz gibi bir hava İstanbul'da. 22 yaşımı bitirmek üzere olduğum şu günlerde, zor kararlar alabilecek ve tasarlamadığım sonuçlarını göğüsleyebilecek kadar cesur olduğum düşüncesiyle beraber, sürekli kendimle çelişmekten yoruldum...
İçimde bir sıkıntı. Şu sıralar ne kadar çok ağlamak istiyor ve bir türlü ağlayamıyorum.
Bu yüzden gözyaşı dökmeyeceğim, şu yüzden moralimi bozup günümü mahvetmeyeceğim, bu sebepten dırdır edip sıkıntı yaratmayacağım, zamanla geçecek...diye düşüne düşüne
o kadar çok içime attım ki, bazen böyle oluyor işte...
Neyse, hem biraz hüzünlüdür ne de olsa her filmin en azından bir yarısı.
Ve elbet vardır bir dönüm noktası değil mi? Umuyorum...

Bir yerlere saklanıp biraz sessiz kalmam lazım, hatta mümkünse şöyle
bi kaç gün, ay...şekerleme yapmak istiyorum.
Huzur istiyorum! Sessizlik istiyorum! Kimse ne yaşıyorum, ne yapıyorum, nasıl seviyorum görmesin, bilmesin, duymasın istiyorum...

Yok bu gece hiç hayırlara alamet değil, olur ya bazen üstüne basar bir fenalık,
sanki duvar yıkılmış gibi hissedersin göğüs kafesinin üzerine...
Kendi içimde sıkıştım sanki...!!
Zarar vermesinler diye hayatıma, çok sevdiğim yanlarımı bodruma kilitledim... Tozlanmışlardır şimdi...
Böylesine severken açmalı mıyım ben o kilitleri?
Temizleyerek tozlananları, yepyeniymişler gibi yerleştirmeli miyim acaba raflarıma...
Belki de şimdi zamanı değildir, en azından birşeyleri karşılıklı yaşamaya başlayana kadar beklesem iyi olacak...
Ama bu gece ki konuşmadan birşey daha öğrendim, bilmediklerimin başlangıcı bildiklerimin sonundan daha çok acı veriyor...
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...