Cuma

Gri

Hayatım iş dönüşü saatindeki trafik gibi. Bense trafik polisi.
Durdur, yol ver, ceza kes, affet...

Karman çorman herşey. Üstelik çözülmesi gereken problemler varsa ağlayamam da ben. Bir bitsin gösteririm nasıl böğürülüyor! Kaskatı kesildim, beynimden geçenlerle başa çıkmaya çalışıyor ve bazen nefes alamıyorum...

İnsanlara baktığım zaman uzaktan belli olmuyor bazılarının
insan mı yoksa sureti mi olduğu...
Fayda etmiyor gözleri kısıp da silüetlere bakmak.
Karşındakinin ne kadar insan olduğu ancak kızgınken, kavga ederken ve sinirliyken anlaşılıyor.

Hatta bazen hayvanlar aleminin her ferdine daha bir saygı duyabiliyor insan!

Ve Türkçe dil dökmek ne kadar zor oluyor bazen karşındaki Fransızsa!
Bir konuda rahatsızlığını belirterek bunu yapmamasını istemek ve ondan insani bir tavır beklemek... O insani tavrı göremediğinde ise kendini tanıyamayacak kadar tehlikeli şeyler düşünmek, yapmakla, yapmamak arasında kalmak, ağzından çıkan sözler...

Hayatın olarak gördüğün şeylerin yok edilebileceği düşüncesi insanı kötü yapmaya yetiyormuş, göz karartıp, bugüne kadar hiç tatmadığım o "intikam" denilen hissi bile tattırabiliyormuş... Halbuki "Gör bak ben neler yapıcam..." sözü ne kadar uzaktır bana...

Dilleri zehirli, gözler zehirli. Nefret oturuyor kalbime. Savaşlarda anlaşılıyor insan ne kadar insan. Çünkü düşman ya gereğini yapan bir asker olarak kalır hatıralarda ya da gereğinden fazlasını yapan adi bir savaş suçlusu...
Hangisi olmam lazım?

Hıncımı alamadım ya patlamaya hazır volkan gibi hissediyorum.
İçimde biriktirdiğim alev topları bende dahil bir kaç kişinin canını yakıcak sanki...

Kısacık olan, 23 senelik hayatımda ilk defa dün "ben bu kadar tehlikeli olabilir miydim?" diye sordum kendime...
Sonra herşeyi göze almaya değer mi dedim?
Aklıma gelenler öyle böyle değil...
Kızgınım hemde çok...
Zor, yorucu ve yıpratıcı bir zaman dilimi beni bekliyor sanırım...

Huzurumu kaçırıp, içime kurt düşürdüler...
Uyuyamıyorum, yiyemiyorum, herhangi bir konuya odaklanamıyorum, sohbet edemiyorum... Düşünüyorum... Düşünüyorum... Düşünüyorum içinden çıkamıyorum...
Midemde bir ağrı, aklımda bin tane soru...

İnsanları gördükçe yılan denilen o soğuk, çirkin görünüşlü, ürkütücü hayvana bile sempati duyar oldum, o derece...

Ama tecrübe oldu bana diyelim, mideme giren o sancıya rağmen, ellerimin bir saniye içerisinde buz kesişine rağmen, iki gün önce güvenmeyi öğrendiğimi öğrendim, hatta bu kadar güvendiğimi bile bilmiyordum, sanki ben değildim o an telefonda konuşan, çok garipti "sevgilin geçenlerde benimleydi bunu da söyledi mi sana!" lafını duyduğumda "hı..tamam..." diyerek telefonu kapatmak ve zerre kadar inanmamak o sözlere... Güzeldi...
Çok üzdü, sinir de bozdu ama zarar veremedi diye düşünürken neden şimdi bu içime oturan sıkıntı? Beynimde dolaşan binlerce soru...
Bundan iki gün önce öylesine bir şeylerle ilgilenip keyfime baktığım sıralarda işten çıksada rahat rahat sohbet etsek diye aramasını beklerken, bu gece aramadığı her saniye mideme giren o sancı niye?

Bu güvensizliği hissetmekten, bu hissi yaşamaktan nefret ediyorum...
Ve işin kötüsü güvensizliğim kime bilmiyorum...

Başkalarında ne olarak kalmak istediği, seçtiği kelimelerde gizlidir her insanın.
Ve can acıtanlar tarafından unutulan bir şey de, aslında herkesin can acıtabileceğidir...

Bunları yazarken vazgeçiyorum intikam almaktan. Belki de çok yorgunum...
Huzur istiyorum...
Bazıları can acıtmanın insanlık olmadığını bilmeselerde ben biliyorum. Havlamak sadece köpeklerde sevimli duruyor işte...

Tek bir hareket dahi yapmıcam, bu işi temizlemesi gereken ben değilim... Temizlenmezse de paşa paşa yoluma giderim yapacak birşeyim yok...
Yine de düşündükçe canım yanıyor...
Söylenenlerin doğruluğuna inanmasam da, "ya yalan değilse?" düşüncesi kemiriyor beynimi... Kim yardım edebilir ki bana şimdi...

Tatsız, tuzsuz, uykusuz..
Kahve telvesi kaplamış sanki fincanımın dibini.. niyetlenip fal baksalar bana, kaç vakte kadar feraha çıkacağımı söyleseler.. bir yol gözükse, sonu aydınlık olsa. bekleyen biri olsa yolun başında, o yolculuktan sonra düzelse herşey.. bir sürü laf söz olmasa.. göz olmasa.. arkamızdan konuşulmasa.. zehirlerini üzerimize sıçratmasa insancıklar... Devlet kapısında beyaz bir kağıdım olsa.. bir adağım olsa ve tutsa.. Keşke biriniz falcı olup, beni biraz avutsa...
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...