Çarşamba

Bir deli rüzgar savurdu beni böyleee...

heeeeeeey selllamınaleyküm!


Yoktum bayadır, özürdiliyorum. Nasılım? İyiyim, inşallah sende iyisindir :) iç güveysinden bir miktar daha hallice olmak üzere yaşıyorum diyebilirim, sevgilime sarıyorum bol bol, ne de olsa ondan başka işim gücüm yoktu bunca zamandır. Geziyoruz, tozuyoruz, yiyoruz, içiyoruz, uyuyoruz, sarılıyoruz, gülüşüyoruz sonra biraz dövüşüyoruz... hayat işte, geçip gidiyor... Güzel zamanlar bunlar. 1 sene boyunca doya doya hem işsizliğin, hem aşkın, hem tatilin, hemde sorumsuzluğun cılkını çıkardıktan sonra güzel bir haber vermeye geldim aslında. İş kuruyorum :) sermaye anne ve babadan, sınırları zorlayarak onu en güzel hale getirmek benden diye anlaştık. İşime geldi... :)


İşte bu yüzden bir telaş bu aralar, heves, korku, stres, neşeli haller, hayaller... Karman çorman... :) seviyorum bu hissi ama dışarıya yansıttığım dengesizlik paha biçilemez. Bir gözümün önüne geliyor, neyi nasıl yaparım derken, başlıyorum hayal kurmaya, o arada aklıma enteresan enteresan fikirler geliyor, onu da yaparım, bunu da yaparım, şöyle de ederim...diye. Sonra diyorum başlayayım bi yerinden, bakalım olabilir mi? Sarılıyorum telefona, üç beş görüşmeden sonra bozuluveriyor moralim, tosarıyorum, olmayacak herhalde diye... Yarım saat sonra aklıma başka türlü bi yol geliyor yine bi neşe, bi heves... kendimden yoruldum :)


Gerçi böyle zamanlarda, hani yeni yeni yepyeni birşeyler oluşmaya başladığı zamanlarda eğer sorumluluğun büyük bir kısmı benim üzerimdeyse çocuk gibi hissediyorum kendimi, her şeyi yapabilecek kadar gözü kara, cahilce bi cesaret hissi ve cesaretim ne kadar bastırıyor olsa da içerler de bir yerde bi şekilde sürekli gıdıklayan bir "ya çuvallarsam" hissi... Tuhaf...


Aslında büyümedim demicem, büyüdüm tabi biraz, en azından lahananın danalarla savaşmaya değer bir sebze olmadığını keşfettim... o kadar işte :)  Ayrıca keşfettiğim ve son zamanlarda biraz sık karşılaşmaya başladığım bir durum daha var,  büyük söylediğim ne varsa, tek tek, toplaya toplaya yaşamak, yutmak zorunda kalıyorum bazen... Bu yüzden ağzımdan çıkana değil, aklımdan geçene bile vize uygulamam gerektiğini anlamış bulunuyorum an itibariyle. “Mümkün değil böyle bir şey söyleyemem, yapamam” dediğim pek çok cümleyi benim ağzımdan çıkmış havada salınırken gördüğüm kaç an var artık sayamıyorum... 


Ama insan öğreniyor... İğneyle kuyu kazar gibi... Bir ip sallayan oluyorsun, bir ip atlayan...


Neyse iş ve yaşam konusundan haberlerim bu kadar. Seçime, sonucuna değinmek dahi istemiyorum... Hepimize geçmiş olsun umarım hayatımızda "Sandığımız" kadar kötü olmaz. Göreceğiz...


Gelelim aşk'a... Çünkü sevgiden, sevdiğini, sevildiğini hissetmekten, yüzümü iki elinin arasına alıp, muhteşem bir gülümsemeyle gözlerini gözlerime kilitlediği anda midemde atan taklalardan daha daha güzel bir his yok bu hayatta... Aslında bazen bu zamanlar da midemdeki taklalar haricinde, nefesim falan da kesiliyor, hani ölümün eşiğinde gidip geliyorum ama olsun... Ölürsem bile değer herhalde, öyle çözülüyor elimin ayağımın bağı... 


Bu arada sevgilim unuttu, ben hatırlattım, yine unuttu yine hatırlattım, her hatırlattığımda güldü "ya öyle şey mi olur" diye ama yine de fazladan iki kere öpmek için bahaneydi işte, bir buçukuncu senemiz kutlu olsunn keh keh... :)  caddebostanda yayılıp, sandviç, çekirdek ve donut yiyip, penguen okuyarak kutladık, yani ben kutladım... Kendi kendime eğlendim işte ::) yine de pek güzeldi, havada, aşkta, hayatta... 


Caddebostan'da çimlere yayıldığımız gün de aklımdan yüzlerce cümle geçti, her göz göze gelişimizde, bir şeye, birine, bir konuya takılıp, dakikalarca üzerinde geyik yaparak tuhaf tuhaf güldüğümüzde... ve gülerken aslında bir yandan onu izlediğimde... Nasıl ifade ederim bu hissettiklerimi diye, hangi cümlelerle, hangilerini bir araya getirerek... En fazla nasıl? Pek kolay olmuyor tabii ama itiraf edecek olursam, onu tanıdıktan sonra anladım benim için yazmanın ne demek olduğunu...


Yazamazdım ben ama susmazdım da. Yazarak değil, derdini konuşarak anlatamayanlardım. Saatlerce, günlerce, her defasında anlaşılmak uğruna yorgun düşsem de; bitip tükenmeden, hatta gittikçe daha da fazla yanlış anlaşılarak, dilimin kemiksiz oluşunu hesaba katmayı unutacak kadar hesapsız, kitapsız konuşurdum da... olmazdı. 




Ama bundan 2 sene önce o kafede oturup, sabaha kadar sohbet ettiğimizde, onu tanıdığımda, etrafımdakilere onu, konuşarak, o gece ki gibi anlatamazdım, bu yüzden o gecenin bitiminde aklımda ki tek şey eve gidip baştan sona yazmaktı, yanlış tanıyanların yanlışları düzelsin diye... Bambaşka biri diye... Aşık oldum şu sebepten diye... Yine de tam olarak ifade edememişim sanırım, çünkü yanlışları düzelmeyenler şu anda aramızda değiller -ki olmalarını da zaten istemezdim... İyi ki gitmişler... O kadar huzursuz ve kötü geçen zamanlardan sonra, mutsuzluk yada ufak ufak kötü ama geçecek zamanlar haricinde huzursuzluğa tahammülüm kalmamış. Kaçıveriyorum yada kovuveriyorum. Artık zor olmuyor...


Söylediklerim; ben altını çizersem, derinleşiyor. Noktasını iki fazla tuttuğum doğrular ise hep devam edecekler... Katlanamayıp, bitirmek istediğim ne varsa tek noktamla son buluyor. İşte bu yüzden yazdıkça tazeleniyormuşum ben de. Yazdıkça nefes alıyormuşum aslında. Tazelendikçe daha güzel yaşıyorum, yazdıkça, anlatabildikçe hele ki anlaşıldıkça nefes alıyorum... Ne kadar yazarsam o kadar kalıcı oluyor ve o kadar yenileniyor içimdekiler, hissettiklerim. Belki de bu yüzden hala, iki senedir değil de sanki iki gündür berabermişçesine doyamıyorum... Sevdikçe sevesim, baktıkça bakasım, sarıldıkça sarılasım geliyor...


"Merak etme ben hep burdayım, korkma halledicez." dediğinde benim de mutluluktan nefesim kesilirmiş meğer... Ve bazen kaybetme korkusu gelip yapışınca boğazıma, beni benden edebiliyormuş... Kendimi tanıyorum belki onunla, aşık bir ben... Kontrollü olmaya çalışırken uçlardan bir türlü kurtulamayan, içi dolup taşan, söyleyip durmamak için dudaklarını ısıran, ağlamakla gülmek arasında gidip gelen, garip bir ben... 


Bazı anlarda dalıp giderek izlediğim, yazdığım her satırın altını çizerek, içime işlediğim adam... 
Seni, herşeyini, her bişeyini, çok seviyorum...


Saat 03:37, insanoğlu tuhaf işte, gülümseyen bir çift gözü düşünmek, düşündükçe beliren tebessümden dolayı bir süre sonra ağrıyan yanakların sızısı kaçırırmış uykusunu, ne bileyim... Olurmuş böyle... Mutluluktan da nefesi kesilir, yaşayabilmek için yazarmış insanlar... ve yazdıkça yazası gelir, bitiremezmiş bu yazıyı bi türlü...


Bitmiyor... Sonlandıramıyorum... Sebebini de bilmiyorum. :)
hı hımmm.........hııı hımm...............................
Şarkı söyleye söyleye giderim bende...


Ele avuca sığmazdı deli gönlümmmm,
Bir zamanlar neredeydi şimdi nerdee...
İster güneş ol yak beni,
Yağmurum ol ağlat beni,
Aklım başka duygularım başka yerdee...

Bir deli rüzgar savurdu beni böyleee, 
Bu mutlu tutsak benim, altın kafeste...
İster güneş ol yak beniiii
Yağmurum ol ağlat beniiii....
Zincirleri yüreğimin artık sendeee...

Zincirleri yüreğimin artık sende.!!







1 yorum:

hülya alpay dedi ki...

Her yazını okuduğumda gözlerimi sulandırmak zorunda mısın :))) Seni böyle mutlu görmek beni de mutlu ediyor inan bana her zaman ve hep seninle olsun inşallah bu mutluluk ömrün boyunca sürer...

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...