Perşembe
Nerden Başlasam?
Galiba ben evimle ilgilenmek ve insanların hikayelerini dinleyip onların hissettiklerinden beslenerek yazı yazmak için yaratılmışım. Seneler önce -ki kafadan bir on senesi vardır. Balçiçek Pamir'e mail atmıştım, "köşe yazarı olmak istiyorum, gazeteci olmak istiyorum, ne önerirsiniz bana?" diye. Sağolsun, hiç beklemiyordum ama cevap yazmıştı, o anda yaşadığım mutluluğu anlatamam, "yazılarına devam et, kendini geliştir, eğitimine bu yönde devam et sonra da eğer istersen yine yazılarınla bana mail atabilirsin" demişti. Eğitim konusunda kendimi yönlendiremediğim, yaka silkilen bir öğrenci olduğumdan liseyi bile yirmili yaşlarımda bitirebildiğim için hiç yazamadım tekrar ona. Açıköğretim'e girdim Halkla ilişkiler ve reklam bölümüne ama dedim ya iyi bir öğrenci olamadım hiç, hele ders çalışmayı falan hiç bilmem. Üstüne gitmedim pek, sınavları falan geçtim ama o sıra iş kurdum, nişanlanıyorum, evleniyorum derken ikinci sınıfa geçmeden onu da yarıda bıraktım, pişman mıyım? bilmiyorum gerçekten. Çünkü en çok gazetecilik veya edebiyat okumak istedim, gerçi ilerde ki hedeflerim arasında ilk olarak bunlardan birini okumak var, dilerim olur. Neyse burada yazıp dururken ne işe yarıyorum tam bilmiyorum ama ne kadar çok plan var kafamda, birşey olsa da harekete geçsem diye bekleye bekleye turşuya döneceğim burada biliyorum. Şu sıralar da hamile miyim? sorusu ile boğuşuyorum, bir taraftan çok isterken bir taraftan korkuyorum, sırf bu sebepten tutup bi kan testine bile gidemedim, halbuki 2 aydır hastalanmıyorum, midem dehşet derecede yanıyor, sürekli bir uykusuz halde gezmelerdeyim arada karnıma tuhaf ağrılar girip duruyor falan. Arkadaşlarım tutturdu bi ultrasona gir, bi kan testi yaptır diye ama hiç gidesim gelmiyor, bir uyuşukluk, bir uyuşukluk, eski hayat dolu hallerimi özledim. Hatta bir kaç hafta önce ki o deli gibi temizlik ve yemek yapıp evin düzenini oturtmuş halimi bile özledim. Hiçbir şey yapasım gelmiyor. Allahtan sevgilim bu konularda sorun çıkaran biri değil, bugün akşam altıya kadar uyumuşum. Resmen on iki saat uyumuşum, kalktığımda adam gitmişti, bi tost yaptım, malum bu aralar bu yolsuzluk olayları falan gündem baya karışık, haberleri okudum, o arada haberler başladı onları izledim, neler oluyor diye baktım, ettim. O arada yine uyuya kalmışım. Gece on bir buçuk gibiydi uyandım, rüyam da da, normalde gerçekten hiç sevmem, canım da çekmez ama rüyamda balık pişirdiğimizi gördüm mertoyla, hatta salata malzemesi almak için arıcakmışım onu, öyle uyandım. Nasıl canım çekti ama, aradım dedim balık alabilir misin? Hiç umudum yoktu, üstüne bir de fırçalar diye bekledim, ne balığı saat yarımda diye ama tamam canım ben bakarım şimdi bi yerlerden dedi, yarım saat sonrada elinde pişirilmiş mis gibi balıklarda geldi. Nasıl sevindim, nasıl nefessiz yedim anlatamam, hiç bu kadar keyifli yemek yediğimi hatırlamıyorum. Kaldığım yerden, bir yerlerden başlamam lazım, gidip herhangi bir yerde çalışmak istemiyorum açıkçası, şöyle evden yapabileceğim bir işe kavuşsam yemin ederim başka birşey istemiyorum ya! Hele ki bir de yazı yazabileceğim bir işse dünyalar benim olacak resmen. Dünyada ki bütün kurslara katılmak istiyorum nerdeyse, herşeyi yapabilmek, ucundan köşesinden bilgi sahibi olmak istiyorum ama işte herşeyin oluru dönüp dolaşıp maddiyata bağlanıyor. Bir çocuk, bir üniversite okumak, kurslara giderek çeşitli hobi dallarında amatörce de olsa bulunmak vesaire... Bunların hepsinin mutlu ve kafa rahatlığı ile yapılması gerçekten sadece paranın olmasına dayanıyor. Bu durumda benim en azından kendimizi toparlayıp şu borçları kapatana kadar bir süre çalışmam gerekiyor. İşte bu sebepten bir şekilde, bir yerlerden başlamam lazım... Nerden başlasam...Ne yapsam bir türlü gaza gelemiyorum! Bir bilen varsa söylesin, insan tamamen dağıttığı bir hayatı nasıl toparlar?! :(
Pazartesi
Küçük Anne...
Lise son sınıfa giden bir genç kız Sezen…
Topallayan, iki ileri, bir geri gidip duran bir ilişkinin pençesinde.
Uzunca boylu, balık etli, kalın dudaklı, boncuk boncuk, safça bakan gözleriyle karşımda oturuyor. Hareketleri, konuşma tarzı orta yaşlarda bir kadın gibi, parmaklarıyla oynayarak hikayesini anlatışı, arada susuşu, yutkunuşu, anlattığı şeylere, “peki bu daha ilerde olsaydı, sizin kararınızla olur muydu? Sen onunla evlenme raddesine gelecek kadar büyük bir aşk ve ilişki yaşar mıydın” sorularıma verdiği, bilemiyorum ki cevaplarıyla beraber gözlerini kaçırışı ise çocuksu…
Topallayan, iki ileri, bir geri gidip duran bir ilişkinin pençesinde.
Uzunca boylu, balık etli, kalın dudaklı, boncuk boncuk, safça bakan gözleriyle karşımda oturuyor. Hareketleri, konuşma tarzı orta yaşlarda bir kadın gibi, parmaklarıyla oynayarak hikayesini anlatışı, arada susuşu, yutkunuşu, anlattığı şeylere, “peki bu daha ilerde olsaydı, sizin kararınızla olur muydu? Sen onunla evlenme raddesine gelecek kadar büyük bir aşk ve ilişki yaşar mıydın” sorularıma verdiği, bilemiyorum ki cevaplarıyla beraber gözlerini kaçırışı ise çocuksu…
Yaşı 18… Karar veremiyorum karşımdakinin daha
genç kızlığa birkaç sene önce adım atmış bir genç mi yoksa orta yaşlarda bir
kadın mı olduğuna… Tek bildiğim anlattıklarıyla yüreğimde bir yerleri
çimdiklediği… Yargılamıyorum asla, her şey insanlar için bu hayatta, kızmıyorum
da, hayat da tercihte onun… Ama yaşadıklarının, yaşaması gereken yaş olmadığını
hissediyorum, onun da bunu hissettiğini gördükçe üzülüyorum sadece. Başka türlü
olmalıydı belki ama kader deyip geçmek zorunda kalıyor insan bazen, elden bir
şey gelmeyince. Muhteşem bir gelecek vardı önünde bundan en fazla bir sene
önce, müzikaller, sanat okulları, şan dersleri, oyunculuk eğitimleriyle çok
yoğun ve eğlenceli geçen, geçecek olan dolu dolu bir hayat, aşkın en güzel
yaşandığı yaşlar. Deli gibi bir heyecan, kararsızlık, ayrılıp barışmalar,
öpüşmeler, hafif üstü kapalı dokunuşlarla karşı cinsi keşfetmek, aşk dediğin
şeyin öğrenilmesi falan derken aslında hayat onun için yeni yeni başlıyordu fakat bu kader diye adlandırdığımız olay giriyor devreye... Hangimiz biliyoruz ki zaten yarın ne yaşayacağımızı. Sezen de öyle, o bir sigara yakıyor, ben kahvelerimizi koyuyorum önümüze, oturuyorum karşısına, o da sandalyenin üzerinde bağdaş kurup başlıyor anlatmaya.
Çok sevdim ben Hakan’ı abla, ara ara ayrılıp barışırdık, eski bir
sevgilisi vardı, aramıza girerdi zırt pırt, aramalar, gelmeler, gitmeler, çok
rahatsız olurdum ama sevmem öyle kavga gürültü pek, içime de kapanığım biraz, anlatmam, o yüzden çok fazla sesimi
çıkarmaz sadece aramaz, sormazdım, surat falan yapardım işte. Belki sevgim o
kadar büyüktü ki ciddiye almazdım karşımda ki kadını, belki kaybetmek
istemediğimden sevdiğim adamı bilemiyorum üstelemedim çok, çünkü birkaç kere
vazgeçmeyi denedim ama olmadı, biz böyle altı, yedi ay kadar görüştük.
Ben onun çalıştığı yere gider beklerdim işinin bitmesini, bazen kolları sıvar
yardıma girişirdim, işi çabuk bitsin de vakit geçirelim beraber diye, patronları falan da tanırdı beni, severlerdi, hep benim
tarafımı tutarlar, aramızı yapmaya çalışırlardı genelde. Geçen sene yılbaşı
kutlanacağı akşam sözleştik biz, beraber kutlayacaktık, arkadaşlarımız da
olacaktı, o akşam ben arıyorum arıyorum açmıyor telefonu, mesaj atıyorum,
okundu gözüküyor ama cevap vermiyor, çok moralim bozuldu. Kendimi İstinye de
bir cafeye attım, aslında çok heyecanlıydım, hazırlanmışım, süslenmişim,
yılbaşını hem sevdiğim adam hem arkadaşlarımla kutlayacağım diye ama ne
arkadaşlarım telefona çıkıyor, ne hakan. Meğerse o kız gelmiş Hakan’ın yanına,
konuşmak istemiş, konuşurlarken de öyle telefonunu almış benimkinin,
karıştırırken falan da benim aradığımı gördükçe sessize almış telefonu,
mesajlarımı okumuş silmiş, sonra Hakan, kızla konuşmaları bitince aramış beni, bozuğum tabii
ben çok, çünkü o sıra hani çıkıyoruz ama lise çıkmalarından biliyorsun, bir şey
yok ortada, gitse gider. İstemiyorum gitmesini, basiretim bağlanıyor herhalde bilmem. Bozuk atıyorum da, olduğum
yeri söyledim yine de, geldi, anlattı, konuştuk, seviyormuş beni, o kıza onu istemediğini,
artık hayatından çıkmasını istediğini söylemiş, beni sevdiğini söylemiş. Hoşuma
gitti, mutlu oldum bi görsen. Ama çaktırmadım tabii, sessizce dinledim öyle.
Neyse birkaç gün sonra bunun arkadaşının mı, patronunun mu bilemiyorum, bir
tekne varmış arada kaldıkları, oraya çağırdı beni, gittim, ben bilmem öyle sevişmeleri falan, bir şeyler
olmaya başladı aramızda, hani öpüşmekten, üstün körü sevişmekten öte bir şeyler
olmaya başladı. Gerçekten anlamadım ne olduğunu, kendiliğinden gelişti her şey,
birlikte olduk biz o gün. Ertesi gün hapı almamı falan önerdi bana ama o kadar
şaşkınız ki, tamam diyorum da, nereden nasıl alırım pek bilmiyorum. Bir de
hafta sonu eczaneler kapalı, neyse ben ancak bir gün sonra alabildim o hapı, o ay da
hastalandım, hiçbir şey de hissetmiyorum zaten, böyle böyle yaklaşık bir beş
buçuk ay geçti, o aylar içinde de çok kötü grip oldum, antibiyotik tedavileri
gördüm, hoplaya zıplaya, taklalar ata ata dans ve müzikal gösterilerine
hazırlandım, okul da bir gün dördüncü katta merdivenlerden düştüm, aylarca
voleybol antremanlarına gittim. Zaten toplu bir kızım, öyle aşırı bir kilo almadım, her zaman ki gibi alıyorum sandım, ne göbeğim şişti, ne başka bir
şey ama yaklaşık altı ay sonra adetten kesildim, stresten, hava değişiminden
falan sandığım için de hiç aklıma bile gelmedi, sadece sürekli uyuyorum, eve
gelir gelmez yatıyorum sabaha zor kalkıyorum ama onu da bu yoğunluğa ve yorgunluğa
bağlıyordum genelde. Bir de biz Hakan’la yaptığımız şeyden o kadar pişmandık
ki, bir daha hiç yaşamadık onu, zaten yaşayacak ortam da olmadı pek, neyse bir
akşam internette gezinirken böyle köşelerde reklamlar olur ya, orada bir
gebelik testi reklamı vardı, bende nerdeyse bir aydır hastalanamıyordum, bir
tane aldım test yaptım, sırf makarasına, fakat birden bir çıktı ki sonuç,
bakakaldım öyle, hamileydim, o sıra babam biliyorsun hapiste, annem şehir
dışına yerleşmiş, ben burada babamın ikinci eşiyle veya teyzemle kalıyorum ara
ara, ne yapacağımı bilemedim, kimseye bir şey söyleyemedim, sigortam babamın
üzerine olduğu için aileme haber verirler diye, biliyorsun o sıralar bu aileye
mesaj atma olayları vardı, aile hekiminden falan mesajlar gönderiyorlardı,
korktum hepsinden, gidemedim ne doktora, ne kontrole, ne başka bir yere ama
aklıma da gelmiyor, biz o olaydan sonra hiç birlikte olmamışız, hamileysem eğer
çoktan geçmiştir zamanı falan, detaylı olarak hiç düşünemedim, Hakan’a söylemem lazım diyorum,
her gün söyleyemeye karar veriyorum, telefonda konuşunca ya da buluşunca bir
anda vazgeçiyorum korkudan, ondan da korkuyorum niyeyse. Neyse annem geldi iki
yada üç hafta sonra, o hafta da ben kendimi o kadar kötü hissediyorum ki, yine
bir sürekli uyuma hali, bi gece yatmadan önce dedim ki tamam artık bunu
kesinlikle Hakan’a söylemem lazım, bir çaresine bakmazsak sonu daha kötü
olacak, yarın kesin söylücem, sonu ne olursa olsun dedim, uyuya kalmışım. İşte
tam o gece çok kötü sancılandım, diyorum kesin çocuğu düşürüyorum, içten içe de
sevinmedim değil, zaten çok korkuyordum ne olacağından, şimdi diyorum düşük
yapıyorsam bir yalan uydurur çıkarım evden hastaneye giderim, halledilir
gelirim ama sancı durmak bilmiyor. Bağırmaya başladım artık, annem de içerden “Doğum
mu yapıyorsun kız o ne biçim çığlık öyle” diyor, böbrek taşı düşürüyorum dedim
ona da, o sırada öyle bir kanamam başladı ki durduramıyorum, felaket, gizlice
tuvalete koştum, bir sürü ped koydum donuma, Hakan’ı aradım, dedim “hemen beni
gel al, ben hamile olduğumu öğrendim birkaç gün önce, sana nasıl söyleyeceğimi
düşünüyordum ama sanırım düşük yapıyorum hemen gel.” Dedim. Bu geldi hemen evin önüne motoruyla, bende
anneme “Hakan gelmiş bir hava alalım, bir de eczaneye uğrar ağrı kesici alırım,
iyi gelir belki merak etme sen” diyerek çıktım evden ama anneme onu söylerken
tırnaklarım etime geçmiş resmen kendimi iyi göstericem diye, biz çıktık, o halde motora bindim, önce ortak bir arkadaşımız olan Melis’in evine getirdi beni Hakan, orada beklemeye
başladım, üst üste de ağrı kesici alıyorum sürekli belki biraz olsun ağrımı
geçirir diye ama banamısın demiyor, gittikçe artıyor, artık çığlıklar atmaya
başlayınca Hakan gitti bir arkadaşından arabasını aldı geldi, arabaya atladık hastaneye gitmek için yola çıktık, Hakan beni
gördükçe daha da panik oluyor, ben ona sakin ol dedikçe iyice kötü olmaya
başladı, arkadaşlarım zaten bende panikler, o hengameyle kaza yaptık, oradan sonrasını
hatırlamıyorum, o arada bayılmışım, beni arabadan indirip hemen taksiye
bindirmişler, hastaneye geldiğimiz sırada sedyeye bindirilirken kendime gelmeye
başladım, daha sedyeyle kapıdan içeri girdiğimde de, doğuma alıyoruz acil
dediler ve bir koşturma başladı, meğerse bebek geliyormuş, hani evde falan bir
tuvalete girsem doğuruverecekmişim. Ben ne yapacağımı, nasıl söyleyeceğimi
düşünürken onun zamanı gelmiş bile. Cahillik işte nerden bileyim. Doğuma
girdim, iki saat sonra da anne olarak, kucağımda bir bebekle çıkıverdim. Hakan’da
kapının önünde baba oluyorum diye bağırmış, şok geçiriyordu herhalde. Bir de o
sıra on sekizime daha girmediğim için korkumdan hastaneye on sekiz yaşına yeni
girmiş olan arkadaşım Melis’in kimliğiyle girmiştim, e çocuk doğunca hastane
doğum kayıtlarını yapmak üzere bebeğin babası ve annesinin kimliklerini
isteyince, ne yapacağımı şaşırdım, durumu anlatmaktan başka çaremiz yoktu.
Hakan iş yerinde patronu olan Hikmet abiyi aradı, Hikmet abi de yanında bir
miktar para ve eşiyle kalktı geldi. Hastaneye durumu açıkladılar, benim doğum
masraflarımı ödediler, hastane de tabii ki on yedi yaşında olduğum için hem
sosyal hizmetlere hem de polise haber verdi. O sırada bir de annem arıyor
sürekli, açamıyorum telefonu, kaldığım o da biraz sakinleyince açtım,
arkadaşımda olduğumu, ağrı kesiciden dolayı uyduğumu, yarın sabah erkenden
geleceğimi, iyi olduğumu söyleyip kapattım telefonu, o geceyi orada geçirip ne yapacağımızı
kararlaştırdıktan sonra uyuya kalmışım, sabah patronumun eşi gitmiş bizim eve,
annemi almış karşısına, dili döndüğünce sakinleştirerek anlatmış olanı biteni,
annem sinir krizi geçirmiş, bayılmış, bağırmış çağırmış yine bayılmış, sonra
kendine geldiğinde beni aradı, “benim senin gibi kızım yok sakın gelme bu eve”
dedi. Zaten o ara polisler geldi, hastaneden çıktık karakola gittik, ifade
vermek zorundaymışım, kendi isteğimle olduğuna dair. Bir kere de okulda
yaşadığım bir kavga yüzünden gitmek zorunda kalmıştım o karakola, orada ki
polis babamı da tanıyor, beni görünce yine mi sen dedi, olanı biteni öğrenince,
sanki yumuşadı biraz, ya da acıdı bana, babamdan ötürü de panikledi galiba,
öyle hissettim suratından, önce annemi aradılar velayetim onda olduğu için. “Haberiniz var mı, kabulleniyor musunuz, siz sahiplenmezseniz
sosyal hizmetlere vermek zorunda kalacağız anne ile bebeğini “ demişler. Annem
o sinirle kabul etmiyorum verin demiş. Bu sefer babamı aradılar, hapisten de
yeni çıkmıştı, en korktuğum babamın haberi olmasıydı, “babam öldürür beni”
dedim polislere, beni, bebeğimi ve Hakan’ı ayrı bir odaya aldılar, babam bir hışım gelmiş tabii, konuşmuş, biraz sakinleştirmişler, çok kan kaybettiğimi, beş on dakika daha geç
gecikseymişim ölmüş olabileceğimi anlatıp yumuşatmışlar, sonra biri geldi odaya
bebeği benden alıp babama götürdü, bebeğimi kucağına aldığı an ağlamaya başladığını
gördüm babamın. Belki de hayat boyu canımı en yakacak olan sahnelerden biriydi,
hiç unutmayacağım… Sonra beni ve Hakan’ı götürdüler odaya, babam bana sarıldı,
ağladı, öptü. Çok çok tuhaftı, ne yaşadığımın, ne olduğunun inan farkında
değildim, sanki rüya görüyorum da dışarıdan izliyor gibiydim olanı biteni,
bebeğimin bu kadar sağlıklı doğması bile imkansızdı, o kadar ilaçlar,
hoplamalar, zıplamalar, sigaralar, düşmeler. Onun bu dünyaya gelmesi
gerekiyormuş, o da beni seçmiş gibi sanki. Yoksa yaşaması gerçekten mucize…
İşte böyle, şimdi ev bakıyoruz, bir aya
kadar evlenmiş oluruz sanırım, gerçi yağmur dört aylık oldu bile ama ne
yapalım, ev kurmak, işleri oturtmaya çalışmak, ne yapacağımıza karar verip o
şoktan sıyrılmak uzun zaman aldı. İlk yirmi, yirmi beş gün kadar babam ve eşi baktı bize, o
aralar, dayım, teyzem, babam annemi ikna etmeye, yumuşatmaya çalışmışlar,
Yağmur bir aylıktan biraz daha azdı annemin yanına gittim ilk defa, zaten Yağmuru
kucağına aldığı an bitti her şey, şimdi benden daha çok deli oluyor, hatta
bırakmıyor bile bana, yavaş yavaş düzelecek hepsi biliyorum da, onları hiç
böyle yıkmak istemezdim, elimde olsaydı yapmazdım da, resmen benim dışımda
gelişti bütün olaylar. Tabii benim de kabahatim var, hem hiçbir şey bilmiyordum
bu durumlarla alakalı hem de hiç dikkat etmedim kendime, o yoğunluk ve
koşturmacada, okulum, eğitimlerim falan derken, yine çok yiyorum kilo almaya
başladım zannettim mesela, gerçi hiçbir belirtim de olmadı, ne bir mide
bulantısı, ne göğüs sancısı vesaire… hiç. Belki böyle olması gerekti ne
bileyim, artık neyi düşüneceğimi de pek bilemiyorum, Yağmura baktıkça iyi ki
olmuş diyorum, kendime baktıkça, eğitim hayatımı bitirdiğimi, artık kendimden
daha çok onun için yaşamam gerektiğini görüp düşündükçe sıkışmış gibi
hissediyorum… Belki de yaşımla ilgilidir, ilerde nasıl hisseder, nasıl
düşünürüm bilemiyorum da, kader işte abla ya ne diyeyim. Olan oldu, ben bundan sonra sadece yağmur için herşeyin en iyisi, en güzeli olsun isterim, hem beraber büyüyüp, arkadaş gibi olucaz onunla daha güzel değil mi? diye gülümsüyor yüzüme... Ve sonlandırıyor... Öyle işte...
Benden de bir o kadar, öyle işte… Sessizce dinledim, her
anlattığını beynime kazımaya çalışarak, bazı yerlerinde dersler çıkarıp, bazı yerlerinde
saatlerce düşündükten sonra sadece onun gözünden yazdım bu yazıyı… Annesinin
yüreğinden ise başka bir zaman yazacağım. Ama hala günümüz Türkiye’sin de
elalem ne der diye düşünüp kahrolduğu halde, evlatlarına bu kadar sahip
çıkanları gördükçe, umudumu kaybetme raddesine gelmiş olsam da, yine bir umut
doğuyor içimde.
Bunları gördükçe, dinledikçe, azıcık kendimize pay çıkarttıkça aşabiliriz belki o bizim
hakkımızda verilen her kararı etkileme gücüne sahip ama bir türlü kim olduğunu
bilmediğimiz “elalem”i.
Kimse kimseyi
yargılayabilecek hadde ve hakka sahip değil şu hayatta, çünkü her şey ama her şey
insanlar için. “Bugün yargıladığını, yarın yaşarsın”a inanırım hep. O yüzden
herkes başkalarının hayatlarını ve yaşama tarzını eleştirirken bence bir değil
bin kere daha düşünmek zorunda, en azından kendi geleceği için.
Ve Sezen…
Güzeller güzeli sezen…Yaşı 18 Sezen’in… Yaşı küçük ama omuzlarında ki yük çok
büyük. O da aldırmamaya çalışıyor elalem’e, yaşarım ben kızımla, elimden geleni
yaparım ona bakmak için diyor, illa evlenmeme gerek yok, zaten bana bu konuda
herhangi bir zorlama yapan da yok, sadece ben çok seviyorum Hakan’ı, evet
ikimizin de yaşları çok küçük ama geçiririz bugünleri, arkadaş gibi büyürüz
kızımızla beraber diye düşünüyor. Haklı da ama bizim toplumumuz da böyle
düşünenler olarak maalesef azınlıktayız, keşke bu küçük kadınlarımız için,
hatta tüm kadınlarımız ve şu saçma sapan elalem için gerçekten birşeyler yapabilsek!
Çünkü toplum olarak Homofobik’iz, kadınfobik’iz! Ne kadar riyakârız Allahım, ne
kadar kompleksliyiz, ulaşamadığımız ciğer, mundar olunca, içimizden geldiği ve
yüreğimizin istediği gibi yaşayamayınca, yaşamaya çalışanları gördüğümüzde hele
bir de arkasında kapı gibi ailesi varsa, destekse, koruyorsa, kimseye yem
etmiyorsa, iyice hırslanıp taşlayarak, eleştirerek, yargılayarak derin bir
“Ohhh!” çekeriz. Ama bunun harici daha nice bekar ve küçük kadınlar, küçük
kasabalarda, şehirlerde, bağnaz mahallelerde aynı kaderi yaşıyor.
Bazıları dışlanıyor, bazıları ise daha da fenası öldürülüyor!
Rahatsın diyorlar
bana…fazla genişsin… Nasıl bakabiliyormuşum bu tarz durumlara bu kadar
olağanmış gibi. Hele bir çocuğum olsun o zaman görürmüşüm… Eşimle de en alevli
tartışmalarımızdan biridir benim bu konularda ki düşüncelerim, ister kız çocuğu
ister erkek çocuğu olsun, onlar zaten bir birey olarak geliyorlar bu dünyaya,
ne yaşayacaklarına karar vermek değil, kararlarına yön vermek olmalı anne
babanın görevi, uyarmak, tehlikeyi göstermek, olurunu olmazını anlatmak ve
onları kendi yaşamak istedikleri hayatla başbaşa bırakmak, tabii ki her zaman
arkasında durarak ve koruyarak. Çok kolay değil yazmak, uygulamak hele bir o
kadar zordur tahmin edebiliyorum fakat özgürlüğün,
kendine güvenin, kendi kararlarıyla baş edebilmenin, verilen kararlar ve atılan
adımların bedellerini ödeyerek en güzele ulaşılmasına olanak sağlamak bir insana
verilebilecek en güzel hayat tarzı gibi geliyor bana.
Bugüne kadar ne kadar pişman
olduğum şey yapmış olsam da hep bu şekilde yaşamaya çalıştım, umurumda değildi
karşı komşunun bana bakıp da “cık cık cık” yapması. Yanlışlarım da çoktur, iyi
ki yapmışım dediklerimde, yanlışlarımdan da bir sürü ders çıkarttım, iyi
kilerimden de, bu yüzden Sezen hikayesini anlatmayı bitirdiğinde aklımdan geçen
tek şey bundan sonrasının onun için çok güzel olması idi. Dilerim eğitim
hayatına kaldığı yerden devam etsin, dilerim tüm hayal ettiklerini kızıyla
beraber gerçekleştirsin, o dünya güzeli, yüzünden gülücüğü eksik olmayan, menekşe
grisi gözleriyle etrafa tertemiz bakan o muhteşem varlığı öyle bir büyütsün ki,
hiçbir şeyi gizlemek zorunda kalmadan, hiçbir şeyden korkmak zorunda
hissetmeden, annesinin hep arkasında olduğunu bilerek sağlam, karakterli ve
güçlü bir kadın olsun yağmur da… Ve dilerim çok ama çok mutlu bir aile
olsunlar. Öyle çok sevsinler ki birbirlerini, yağmur gurur duysun anne ve
babasının birbirine olan sevgisinden. Daha burada kelimelerimin yetmeyeceği
kadar güzel bir hayat diliyorum hepsi için.
Bu dünyada eğer bir mucize
varsa, o da dünyaya bir bebek getirebilenlerdir. O bebekler kadar saf, onlar kadar temiz,
o bebekler kadar güzel bir yaşamları olsun ömürleri boyunca, tüm “elalem ne der”
diye düşünüp korkan, sırf bu yüzden utanç içinde yaşamalarına, öyle
hissetmelerine sebep olunan, eleştirilen, aşağılanan tüm kadınlarımızın!
O “elalem”e gelince, genel
de tanıdığım ve ne diyeceğinden korkulan elalem’ler hep Allah’ın adını anarak
yatan, Allah’ın adını anarak kalkanlar nedense. Halbuki yaptıkları dedikodular,
insan yargılamalar, “gıybet”ler nasıl da günah… Herkesi kastetmiyorum tabii ki, gerçekten Allah inancı ve Allah korkusu olup, buna göre yaşayan, tertemiz kalpli dünya iyisi arkadaşlarımda var benim ama bu aralar denk geldiklerim, ibadetlerini eksik etmemeye çalışıp, ağzından Allah'ın adını düşürmeyip yine de kalbinden geçene, ağzından çıkana, kırdığı kalbe, başkasının günahına girmeye çekinmeyenler genel de… Kendileri yaşamadığı ya da
yaşayamadığı için karşıdan bakarak, hep işin kolayına kaçıp insanı yeren ve yargılayanlar... Onlar içinde
tek dileğim “Allah ıslah etsin” den geçiyor. Umarım bir gün daha hoşgörülü,
daha sevgi dolu, daha fazla empati yapabilen ve etrafla, etrafın hayatıyla
uğraşmak yerine dönüp kendimize bakan ve kendini sorgulayan,
Sezen ve Sezen gibileri rahat bırakarak, herkesin mutlu mesut yaşamasına sebep
olabilen insanlar olabiliriz. Öptüm.
Salı
Bildiğin yazamıyorum!
Saat sabahın 08:14'ü! tabii ki bu saatlerde uyanmıyorum, hiç uyumadım, kafamda bir sürü şey dönüyor, yataktan çıkıp yazmak için 4 kere hamle yaptım bir türlü kalkamadım üşengeçliğimden, uyumak ve en azından öğlen uyanmak mı, yoksa uyumamak mı ve öğle vakti bastıran uykuyla akşama kadar uyumak mı arasında kaldım resmen, hala her an bırakıp yatabilirim gibi geliyor ama bu notları buraya almazsam hepsi aklımdan silinecek, çünkü tüm ses kayıtlarım telefonumla beraber gitti. O kadar çok şey yazmak istiyorum ki, bir de sabırsızım, hepsini aynı anda yazmak istiyorum çünkü artık sığmıyorlar bana, o yazmak istediklerim yüzünden yeni kayıt alamıyorum hafızama! hepsi birbirine karışacak diye. ve hala şu word belgesini açıp yazmaya karar verdiğimde, havadan sudan öylesine şeylerden bahsediyorum nedense! bu da işte benim parmaklarımı ve beynimi serbest bırakmamla alakalı. istiyorum ki akıp gitsin parmaklarım, ne istiyosa onu yazsınlar ama diğerleri kalıyor. galiba diğerlerini gerçekten sırasına oturtup, kurgulamam gerekiyor, öyle düşündüğümden kasılıp yazamıyorum.
Mesela çok enteresan, kavgalar ve bir sürü olayla dolu bir tanışma hikayesi var, şimdi ikiz çocukları var anlatacağım çiftin.okuyunca bayılacaksınız.
Sonraa, beni en çok etkileyen, hala düşündükçe ve uzaktan takip ettikçe, bir süre önce biraz müdahale de bile bulunmak zorunda kaldığım, 17 yaşında bir genç kızın kazayla hamile kalışının hikayesi var ki, gerçekten insan inanamıyor...hayat diyip geçiyorsun. yargılayıp,büyük konuştuğum ne varsa başıma geldi,herşey insanlar için diyerek karşı tarafa destek oluyorsun ama yüreğini çimdikliyor birşeyler...
Bir taksiye bindim, taksici bu ara sıra denk geldiğimiz, çok konuşan taksici amcalardan sağolsun. ilk başta normal konuşmalarla başladık, sonra bana nasıl taksici olmak zorunda kaldığını, neler yaşadığını bi anlattı ki, bildiğin telefonu ses kaydına aldım, gözlerimi belerttim, tek kelime etmeden dinlemeye başladım. onu nasıl yazmadan durabiliyorum anlamıyorum.
Bir iş yeri devretme hikayem var ki, bildiğin yedi sekiz sene hapis yatmaktan babam ve kocam sayesinde kıl payı kurtuldum, zaten iş çevirmeyi hiç beceremem, hele detaylı işlerse, hiiiç... ve her zaman ki gibi elime yüzüme bulaştı. Hep böyle direklerden dönmüşümdür zaten, allah baba sonumu hayretsin ne diyeyim, onu da yazacağım bir ara.
Eh mayıs ayından temmuz ayına kadar süren ve maalesef sonrasında durulmak zorunda kalan, arkamızda 6 gencin ölümünü, yüzlerce kişinin yaralanmasını bıraktığımız bir gezi parkı protestosu var -ki bugün ölemem, merti bugün son kez görmüş olamam ne olur allahım diye yalvararak, gerçekten son günüm olduğunu düşündüğüm çok nadir ve inanılmaz günler yaşadım.
bir hikaye yazmaya başlamıştım yıllar önce, sonra işe başlayınca vakitsizlikten tamamen rafa kalktı, ona başlamak istiyorum... ve daha bir sürü şey. Şimdi bunları yazana kadar birinden birine bile başlayabilirdim ama yazının bir zamanı var... zamanı gelince o bana kendini yazdıracak biliyorum da acele ediyorum işte, neyse notlarımı aldığıma göre yatayım artık. Gerçi her gün bunlardan birini bugün yazayım diye uyanıp akşama kadar saçma sapan bloglarda gezinip, saatlerce kitap okuyup, yemek yapıp yatıyorum ama gece gündüz yazı yazma planlarıyla yatıp kalkıp hala iki satır yazamadım ya ona yanıyorum. Neyse biraz zaman geçsin bakalım ne zaman hangisi yaz beni diye beni yerimden fırlatıcak. Kahve yapayım en iyisi uykum kaçtı...
Mesela çok enteresan, kavgalar ve bir sürü olayla dolu bir tanışma hikayesi var, şimdi ikiz çocukları var anlatacağım çiftin.okuyunca bayılacaksınız.
Sonraa, beni en çok etkileyen, hala düşündükçe ve uzaktan takip ettikçe, bir süre önce biraz müdahale de bile bulunmak zorunda kaldığım, 17 yaşında bir genç kızın kazayla hamile kalışının hikayesi var ki, gerçekten insan inanamıyor...hayat diyip geçiyorsun. yargılayıp,büyük konuştuğum ne varsa başıma geldi,herşey insanlar için diyerek karşı tarafa destek oluyorsun ama yüreğini çimdikliyor birşeyler...
Bir taksiye bindim, taksici bu ara sıra denk geldiğimiz, çok konuşan taksici amcalardan sağolsun. ilk başta normal konuşmalarla başladık, sonra bana nasıl taksici olmak zorunda kaldığını, neler yaşadığını bi anlattı ki, bildiğin telefonu ses kaydına aldım, gözlerimi belerttim, tek kelime etmeden dinlemeye başladım. onu nasıl yazmadan durabiliyorum anlamıyorum.
Bir iş yeri devretme hikayem var ki, bildiğin yedi sekiz sene hapis yatmaktan babam ve kocam sayesinde kıl payı kurtuldum, zaten iş çevirmeyi hiç beceremem, hele detaylı işlerse, hiiiç... ve her zaman ki gibi elime yüzüme bulaştı. Hep böyle direklerden dönmüşümdür zaten, allah baba sonumu hayretsin ne diyeyim, onu da yazacağım bir ara.
Eh mayıs ayından temmuz ayına kadar süren ve maalesef sonrasında durulmak zorunda kalan, arkamızda 6 gencin ölümünü, yüzlerce kişinin yaralanmasını bıraktığımız bir gezi parkı protestosu var -ki bugün ölemem, merti bugün son kez görmüş olamam ne olur allahım diye yalvararak, gerçekten son günüm olduğunu düşündüğüm çok nadir ve inanılmaz günler yaşadım.
bir hikaye yazmaya başlamıştım yıllar önce, sonra işe başlayınca vakitsizlikten tamamen rafa kalktı, ona başlamak istiyorum... ve daha bir sürü şey. Şimdi bunları yazana kadar birinden birine bile başlayabilirdim ama yazının bir zamanı var... zamanı gelince o bana kendini yazdıracak biliyorum da acele ediyorum işte, neyse notlarımı aldığıma göre yatayım artık. Gerçi her gün bunlardan birini bugün yazayım diye uyanıp akşama kadar saçma sapan bloglarda gezinip, saatlerce kitap okuyup, yemek yapıp yatıyorum ama gece gündüz yazı yazma planlarıyla yatıp kalkıp hala iki satır yazamadım ya ona yanıyorum. Neyse biraz zaman geçsin bakalım ne zaman hangisi yaz beni diye beni yerimden fırlatıcak. Kahve yapayım en iyisi uykum kaçtı...
Pazartesi
Valla Evlenmişiz!
Mertomm ne de şaşkındık 1 sene 3 ay önce bu gün bu saatlerde,
Sen beni üzerimde ki gelinlikle sabahın dördünde fındıklının o yokuşunda evin anahtarını almak için kovalayıp, son anda yetişen gruptan dayağını yedikten sonra, evimizin kapısından girip o düğün hengamesini ardımızdan bıraktığımız için mutlu, bir o kadar yorgun şekilde birbirimizin suratina ne de şaşkın bakmıştık.
Şimdi bir koca yıl, üç ay geçirmişiz aynı yastıkta, 455 gün, 15 ay kocca koca... Ben bir iş yeri eskittim sen bir araba bu arada. Peşimizden evlenenler, nişanlananlar geldi. Çocuk haberleri ile mutlu olduk bizden önce evlenenlerin, belki imrenmişizdir bile onlara. Hem şu anda bu düşünceden korkup, hem de ne kadar güzel olabileceğini düşündük beraber, sonra bi vazgeçtik, bi sırıttık, bi aman yok yok diye düşüncelerimizden kaçtık, bi göz göze geldik yine sırıttık… neyse ki şimdilik hala şu baş başa çift olmanın tadını çıkarmaktayız…
Sen beni üzerimde ki gelinlikle sabahın dördünde fındıklının o yokuşunda evin anahtarını almak için kovalayıp, son anda yetişen gruptan dayağını yedikten sonra, evimizin kapısından girip o düğün hengamesini ardımızdan bıraktığımız için mutlu, bir o kadar yorgun şekilde birbirimizin suratina ne de şaşkın bakmıştık.
Şimdi bir koca yıl, üç ay geçirmişiz aynı yastıkta, 455 gün, 15 ay kocca koca... Ben bir iş yeri eskittim sen bir araba bu arada. Peşimizden evlenenler, nişanlananlar geldi. Çocuk haberleri ile mutlu olduk bizden önce evlenenlerin, belki imrenmişizdir bile onlara. Hem şu anda bu düşünceden korkup, hem de ne kadar güzel olabileceğini düşündük beraber, sonra bi vazgeçtik, bi sırıttık, bi aman yok yok diye düşüncelerimizden kaçtık, bi göz göze geldik yine sırıttık… neyse ki şimdilik hala şu baş başa çift olmanın tadını çıkarmaktayız…
Sayısız film izledik sıkıcıydı çoğu geçtiğimiz senenin filmlerinin. Sayısız şişe boşaldı, binlerce bardak çay içildi, yüzlerce kez “oyyy” dediğimiz sofralar kuruldu yuvamızda.. Hoş sohbetlerle, kıyasıya ps yarışmalarıyla, dedikodularıyla, bi dolu dostu ağırladık, hatta daha bir çoğunu ağırlayamadık henüz. Ben yavaş yavaş öğrendim, yemek yapmayı, temizliği, sen söylendin, ben kızdım, kızdıkça hırslandım, hırslandıkça bir sürü şey öğrendim, evin düzenini oturtunca gururlandım kendimle. Yapabildikçe de şaşırdım, sonra annemden binlerce kez özür diledim, ailemi özledim ilk defa evlendikten sonra, hatta daha bir sevdim hepsini, herkesi ayrı ayrı.
O kadar çok şey öğrendim, o kadar çok şey anladım ve bugüne kadar söylendiğinde saçma gelen o kadar çok şeye hak verir oldum ki, ağzımdan çıkan tüm o büyük kelimelerin havada uçuştuğunu gördüm... Yaşamadan bilinmiyor bazı şeyler, tecrübelerin yol göstermesi yeterli olmuyormuş işin içine girmeden. Allah bilir hiç birşey öğrenmemişimdir daha aslında... Korkuyorum ama biliyorum ki sana da, bu yuvaya da değer. Tecrübedir der geçeriz. Geçiririz, ne olursa...
Gerçi güldük de çok, arada kızdık hayata, kendimize, birbirimize, üzüldük,
sinirlendik, yorulduk, biraktik. Sonra hep barıştık…hep sarıldık…başımıza
gelen sıkıntılarda aslında birbirimize ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu ve el
ele verince nasıl da üstesinden geldiğimizi görünce gururlandık…
Ağlancak halimize kahkahalarla “ah kafamıza…” diyerek gülüp durduk çoğu zaman,en güzel anlardı belki, üzülmekle karışık o "bu halimiz ne yine, bi burnumuz çıkmaz mı b.ktan" düşüncesi ile gelen sinir bozulmaları ve bunu en güzel şekilde gülerek karşılamalar.
İşin özü paylaştık şu bir seneyi, hem de her anını, sonuna kadar. Çok iyi yapmışız be Mertim. İyi ki evlenmişiz, iyi ki nasıl olması gerekiyorsa öyle olmuş herşey. Tek bir saniyesini bile değişmem, keşke şunu da şöyle yapsaydık diyemem, başımıza her geleni hakettik belki bilirim ama çok da eğlendik, iyi ki iki ayağımız bir pabuca girecek kadar hızlı karar vermişiz, beş kuruşumuz yokken, bir anda, kimselere söylemeden ev tutup ortalığı ayaklandırmışız, iyi ki herşey alelacele olmuş…Ne güzel olmuş….
İnsan sevgiliyken tam olarak
tanıyamıyormuş birbirini… Aynı evin içine girince çok başka oluyormuş herşey,
zor, sorumluluk dolu, alışması zaman alan, çok zorlu bir süreç geçti… Belki de
en zoru geçti… Ben tanıdığım bu adamı eskisinden daha bir çok sevdim, uyurken
sarılmak istediğinde bir anda bütün vücudumu üstüme attığı için nefes alışım
kesildiğinde sinirlensem de, yorgan çekişmesi yaparken deliye dönsem de, etrafa
çoraplarını adeta izini bırakır gibi bıraktığında söylene söylene toparlasam
da, eve gelişini, merdivenden sırıtarak çıkışına aşık oldum, sıkıştığımız
zamanlar da çözümler bulmaya çalışırken hararetle “öyle de yaparız, böyle de
olur, hallederiz be aşkım!” diyerek bir anda sarılmalarımızı çok çok sevdim… Evimize
ufacıkta olsa bir çerçeve, herhangi değişik bir şey aldığımızda onu nereye
koyarsak daha güzel olur diye karar veremeyip bütün evi dolaştığımızda ki
heyecana bayıldım. Sabah kahvaltılarına, evi döndürmeye çalışmalarımıza, iyi
bir takım olmamıza ve bize tekrar aşık oldum.
Yaptığın tüm fedakarlıklar için,
ara sıra kızsam da beni bugüne kadar ciddi boyutlarda hiç üzmediğin, mutlu
olmam için elinden gelenin fazlasını yaptığın için, beni bu kadar çok sevdiğin
için çok teşekkür ederim…
1 sene 3 ay geçmiş, çok değil
bir evlilik için belki ama o kadar sıkıntılı ve zor zamanlar geçirince,
girdiğimiz bu savaştan galip çıkmış gibi hissediyorum, herşey daha da güzel
olacak, tamamen “oh be!” diyeceğimiz zamanlar çok yakın biliyorum ama
yarattığın mucizeleri, bir evin tüm sorumluluğunu alıp, bana, eve, her yere
bölünmeye ve kimseyi kırmamaya çalışmanı görmezden gelemediğim için yazıyorum
bu yazıyı…
Seni çok sevdim ben, iyi ki sevmişim. Aldığım tüm ani kararlar hep
pişmanlıkla son bulsa da, sanırım yaptığım tek doğru bu oldu. Yaşadığım 4 senenin hiçbir anını, dünyalara
değişmem ama şu son bir seneyi unutmam mümkün değil… Dilerim en kötüsü bu olsun.
Teşekkür ederim kirpik herşey için, seni çok seviyorum.
Teşekkür ederim kirpik herşey için, seni çok seviyorum.
Cumartesi
Ev Hanımı Oldum Ben!
İş yerini devrettiğimden beri evin içinde dönüp duruyorum
genelde,bi o odayı değiştiriyorum, bi öbürünü, bi taraflarla habire oynuyorum, birşeyler
sipariş edip edip dekor yapıyorum kafamca. En son spor odası yaptığım odayı,çalışma
ve yazı yazma odasına döndürdüm, şimdi de oradan yazıyorum burası haaarika!
Kocamıniçi sabah 11’de gittiği işten, saat 03:00 sularında yorgunluktan
gebermiş olarak geldi ve yazı yazmak için kendime sipariş ettiğim çalışma
masasını monte etmeye başladı, insan bu adamı sevmezde ne yapar! Bir de adet
olmak üzereyim sanırım, hayatımda ilk defa erken geliyor bu sefer, ya da başka bir
şey var bilemiyorum ama bugün gün boyunca telefonlarımla taciz ederek, dalaşıp
durdum kendilerine… çok çekilmez
oluyorum bazı zamanlar kabul ama çok seviyorum be! Ondan başka beni çekecek
kimse yok ki, makarasına uğraşıyorum işte.
Sonra yalvarıyorum “merto dalaşamayacak mıyım ben seninle? Kavga edelim diye
uğraşıyorum. İnsan bi sinir krizi falan geçirir!” “hayır kavga etmicem seninle
çünkü ben iyi bir kocayım!” ölsünler senin yanaklarına…
1 seneden fazladır yazmıyorum, neler neler oldu püff… nasıl
bugünü yakalayabilirim ki, evlendim, kardeşim evlendi, sinom nişanlandı, iş
yerimi devrettim, kafe yandı, kayınpeder tarafımla bir miktar tuhaf ve komedi
gerginlikler yaşadım, yaşıyorum. Bir de birkaç gün sonra kurban bayramı, yine
nasılsınız napıyorsunuz derken ben yine saf saf konuşucam, sonra o konuşmalarım
kim bilir nasıl geri dönüp gelicek bana , valla geriliyorum düşündükçe. Neyse Yeşim
annem, ben, mert, kardeşimin düğünü için Eskişehir yollarına düştük, dönüşte de
ne zaman nereye gideceğimizin belli olmadığı kısa süreli bir tatile çıktık,
harikaydı. 1.evlilik yıldönümümüz hiç hayal ettiğim gibi olmadı ve biz hiç bir
şey yapmadık, tribimden,laf sokmalarımdan ben öldüm yeminle 1 hafta, anlayacağın
iyisiyle kötüsüyle yaşıyorum, uzun bir süredir ortalıkta yoktum. Şimdilerde f
klavye kursuna başladım 1 ay kadar sürecek, sonrasında da annemin torpiliyle bir
notere işe gireceğim. Olmayacak böyle bildiğin ev hanımı oldum, tüm gün çamaşır
yıkıyorum, asıyorum, mutfağı topluyorum, salonla ve odalarla uğraşıyorum,
akşama doğru kızlar arıyor ortak bir yerde buluşuyoruz, sohbet muhabbet, gece
eve geliyorum yada kafeye geçiyorum. Sonra mertle eve dönüyoruz. Ertesi gün
yine aynı terane…
Aslında çok mutluyum hayatımdan, hele evime aşığım,
bayılıyorum orasıyla burasıyla oynayayım, yeni bir şeyler alıp sil baştan
yeniden düzenleyeyim falan deli eğleniyorum ama bir de maddi olarak daha rahat
olsak ya da borçlarımız olmasa hiç çalışmak istemiyorum, gerçi acilen halledilmesi gereken ve yoluna koymam
gereken o kadar çok, o kadar çok iş var ki, bir türlü yapasım gelmiyor,
bilemiyorum sebebini. Nedense hep popomuza bir şey girince hallediyoruz o acilen
yapılması gereken işleri. Bakalım bu sefer ne olacak… Şimdilik durumlar bu. İyiyiz yani… mutluyuz, sağlıklıyız şükür… ne
diyeyim… Hı bir de insanın anneciğini anlaması muhtemelen hep ondan ayrıldığı
zamanlara denk geliyormuş onu anladım ve çok pişmanım. Bir sonra ki yazım
anneme olacak sanırım, kaç gündür, ağlaya zırlaya aklıma geldikçe notlar
alıyorum, bu kadar çok seviyormuşum, niye ömrüm billah hep muhalefet olup,
sürekli hırlaşmışım kadınla anlamıyorum… Ergenlik sancılarıma denk gelmiş
herhal… Neyse yazdıkça yazasım geliyor, o konudan o konuya atlıyorum, görüşürüz…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...