Pazartesi

Küçük Anne...

Lise son sınıfa giden bir genç kız Sezen… 
Topallayan, iki ileri, bir geri gidip duran bir ilişkinin pençesinde. 
Uzunca boylu, balık etli, kalın dudaklı, boncuk boncuk, safça bakan gözleriyle karşımda oturuyor. Hareketleri, konuşma tarzı orta yaşlarda bir kadın gibi, parmaklarıyla oynayarak hikayesini anlatışı, arada susuşu, yutkunuşu, anlattığı şeylere, “peki bu daha ilerde olsaydı, sizin kararınızla olur muydu? Sen onunla evlenme raddesine gelecek kadar büyük bir aşk ve ilişki yaşar mıydın” sorularıma verdiği, bilemiyorum ki cevaplarıyla beraber gözlerini kaçırışı ise çocuksu… 

Yaşı 18… Karar veremiyorum karşımdakinin daha genç kızlığa birkaç sene önce adım atmış bir genç mi yoksa orta yaşlarda bir kadın mı olduğuna… Tek bildiğim anlattıklarıyla yüreğimde bir yerleri çimdiklediği… Yargılamıyorum asla, her şey insanlar için bu hayatta, kızmıyorum da, hayat da tercihte onun… Ama yaşadıklarının, yaşaması gereken yaş olmadığını hissediyorum, onun da bunu hissettiğini gördükçe üzülüyorum sadece. Başka türlü olmalıydı belki ama kader deyip geçmek zorunda kalıyor insan bazen, elden bir şey gelmeyince. Muhteşem bir gelecek vardı önünde bundan en fazla bir sene önce, müzikaller, sanat okulları, şan dersleri, oyunculuk eğitimleriyle çok yoğun ve eğlenceli geçen, geçecek olan dolu dolu bir hayat, aşkın en güzel yaşandığı yaşlar. Deli gibi bir heyecan, kararsızlık, ayrılıp barışmalar, öpüşmeler, hafif üstü kapalı dokunuşlarla karşı cinsi keşfetmek, aşk dediğin şeyin öğrenilmesi falan derken aslında hayat onun için yeni yeni başlıyordu fakat bu kader diye adlandırdığımız olay giriyor devreye... Hangimiz biliyoruz ki zaten yarın ne yaşayacağımızı. Sezen de öyle, o bir sigara yakıyor, ben kahvelerimizi koyuyorum önümüze, oturuyorum karşısına, o da sandalyenin üzerinde bağdaş kurup başlıyor anlatmaya. 

Çok sevdim ben Hakan’ı abla, ara ara ayrılıp barışırdık, eski bir sevgilisi vardı, aramıza girerdi zırt pırt, aramalar, gelmeler, gitmeler, çok rahatsız olurdum ama sevmem öyle kavga gürültü pek, içime de kapanığım biraz, anlatmam, o yüzden çok fazla sesimi çıkarmaz sadece aramaz, sormazdım, surat falan yapardım işte. Belki sevgim o kadar büyüktü ki ciddiye almazdım karşımda ki kadını, belki kaybetmek istemediğimden sevdiğim adamı bilemiyorum üstelemedim çok, çünkü birkaç kere vazgeçmeyi denedim ama olmadı, biz böyle altı, yedi ay kadar görüştük. Ben onun çalıştığı yere gider beklerdim işinin bitmesini, bazen kolları sıvar yardıma girişirdim, işi çabuk bitsin de vakit geçirelim beraber diye, patronları falan da tanırdı beni, severlerdi, hep benim tarafımı tutarlar, aramızı yapmaya çalışırlardı genelde. Geçen sene yılbaşı kutlanacağı akşam sözleştik biz, beraber kutlayacaktık, arkadaşlarımız da olacaktı, o akşam ben arıyorum arıyorum açmıyor telefonu, mesaj atıyorum, okundu gözüküyor ama cevap vermiyor, çok moralim bozuldu. Kendimi İstinye de bir cafeye attım, aslında çok heyecanlıydım, hazırlanmışım, süslenmişim, yılbaşını hem sevdiğim adam hem arkadaşlarımla kutlayacağım diye ama ne arkadaşlarım telefona çıkıyor, ne hakan. Meğerse o kız gelmiş Hakan’ın yanına, konuşmak istemiş, konuşurlarken de öyle telefonunu almış benimkinin, karıştırırken falan da benim aradığımı gördükçe sessize almış telefonu, mesajlarımı okumuş silmiş, sonra Hakan, kızla konuşmaları bitince aramış beni, bozuğum tabii ben çok, çünkü o sıra hani çıkıyoruz ama lise çıkmalarından biliyorsun, bir şey yok ortada, gitse gider. İstemiyorum gitmesini, basiretim bağlanıyor herhalde bilmem. Bozuk atıyorum da, olduğum yeri söyledim yine de, geldi, anlattı, konuştuk, seviyormuş beni, o kıza onu istemediğini, artık hayatından çıkmasını istediğini söylemiş, beni sevdiğini söylemiş. Hoşuma gitti, mutlu oldum bi görsen. Ama çaktırmadım tabii, sessizce dinledim öyle. Neyse birkaç gün sonra bunun arkadaşının mı, patronunun mu bilemiyorum, bir tekne varmış arada kaldıkları, oraya çağırdı beni, gittim, ben bilmem öyle sevişmeleri falan, bir şeyler olmaya başladı aramızda, hani öpüşmekten, üstün körü sevişmekten öte bir şeyler olmaya başladı. Gerçekten anlamadım ne olduğunu, kendiliğinden gelişti her şey, birlikte olduk biz o gün. Ertesi gün hapı almamı falan önerdi bana ama o kadar şaşkınız ki, tamam diyorum da, nereden nasıl alırım pek bilmiyorum. Bir de hafta sonu eczaneler kapalı, neyse ben ancak bir gün sonra alabildim o hapı, o ay da hastalandım, hiçbir şey de hissetmiyorum zaten, böyle böyle yaklaşık bir beş buçuk ay geçti, o aylar içinde de çok kötü grip oldum, antibiyotik tedavileri gördüm, hoplaya zıplaya, taklalar ata ata dans ve müzikal gösterilerine hazırlandım, okul da bir gün dördüncü katta merdivenlerden düştüm, aylarca voleybol antremanlarına gittim. Zaten toplu bir kızım, öyle aşırı bir kilo almadım, her zaman ki gibi alıyorum sandım, ne göbeğim şişti, ne başka bir şey ama yaklaşık altı ay sonra adetten kesildim, stresten, hava değişiminden falan sandığım için de hiç aklıma bile gelmedi, sadece sürekli uyuyorum, eve gelir gelmez yatıyorum sabaha zor kalkıyorum ama onu da bu yoğunluğa ve yorgunluğa bağlıyordum genelde. Bir de biz Hakan’la yaptığımız şeyden o kadar pişmandık ki, bir daha hiç yaşamadık onu, zaten yaşayacak ortam da olmadı pek, neyse bir akşam internette gezinirken böyle köşelerde reklamlar olur ya, orada bir gebelik testi reklamı vardı, bende nerdeyse bir aydır hastalanamıyordum, bir tane aldım test yaptım, sırf makarasına, fakat birden bir çıktı ki sonuç, bakakaldım öyle, hamileydim, o sıra babam biliyorsun hapiste, annem şehir dışına yerleşmiş, ben burada babamın ikinci eşiyle veya teyzemle kalıyorum ara ara, ne yapacağımı bilemedim, kimseye bir şey söyleyemedim, sigortam babamın üzerine olduğu için aileme haber verirler diye, biliyorsun o sıralar bu aileye mesaj atma olayları vardı, aile hekiminden falan mesajlar gönderiyorlardı, korktum hepsinden, gidemedim ne doktora, ne kontrole, ne başka bir yere ama aklıma da gelmiyor, biz o olaydan sonra hiç birlikte olmamışız, hamileysem eğer çoktan geçmiştir zamanı falan, detaylı olarak hiç düşünemedim, Hakan’a söylemem lazım diyorum, her gün söyleyemeye karar veriyorum, telefonda konuşunca ya da buluşunca bir anda vazgeçiyorum korkudan, ondan da korkuyorum niyeyse. Neyse annem geldi iki yada üç hafta sonra, o hafta da ben kendimi o kadar kötü hissediyorum ki, yine bir sürekli uyuma hali, bi gece yatmadan önce dedim ki tamam artık bunu kesinlikle Hakan’a söylemem lazım, bir çaresine bakmazsak sonu daha kötü olacak, yarın kesin söylücem, sonu ne olursa olsun dedim, uyuya kalmışım. İşte tam o gece çok kötü sancılandım, diyorum kesin çocuğu düşürüyorum, içten içe de sevinmedim değil, zaten çok korkuyordum ne olacağından, şimdi diyorum düşük yapıyorsam bir yalan uydurur çıkarım evden hastaneye giderim, halledilir gelirim ama sancı durmak bilmiyor. Bağırmaya başladım artık, annem de içerden “Doğum mu yapıyorsun kız o ne biçim çığlık öyle” diyor, böbrek taşı düşürüyorum dedim ona da, o sırada öyle bir kanamam başladı ki durduramıyorum, felaket, gizlice tuvalete koştum, bir sürü ped koydum donuma, Hakan’ı aradım, dedim “hemen beni gel al, ben hamile olduğumu öğrendim birkaç gün önce, sana nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum ama sanırım düşük yapıyorum hemen gel.” Dedim. Bu geldi hemen evin önüne motoruyla, bende anneme “Hakan gelmiş bir hava alalım, bir de eczaneye uğrar ağrı kesici alırım, iyi gelir belki merak etme sen” diyerek çıktım evden ama anneme onu söylerken tırnaklarım etime geçmiş resmen kendimi iyi göstericem diye, biz çıktık, o halde motora bindim, önce ortak bir arkadaşımız olan Melis’in evine getirdi beni Hakan, orada beklemeye başladım, üst üste de ağrı kesici alıyorum sürekli belki biraz olsun ağrımı geçirir diye ama banamısın demiyor, gittikçe artıyor, artık çığlıklar atmaya başlayınca Hakan gitti bir arkadaşından arabasını aldı geldi, arabaya atladık hastaneye gitmek için yola çıktık, Hakan beni gördükçe daha da panik oluyor, ben ona sakin ol dedikçe iyice kötü olmaya başladı, arkadaşlarım zaten bende panikler, o hengameyle kaza yaptık, oradan sonrasını hatırlamıyorum, o arada bayılmışım, beni arabadan indirip hemen taksiye bindirmişler, hastaneye geldiğimiz sırada sedyeye bindirilirken kendime gelmeye başladım, daha sedyeyle kapıdan içeri girdiğimde de, doğuma alıyoruz acil dediler ve bir koşturma başladı, meğerse bebek geliyormuş, hani evde falan bir tuvalete girsem doğuruverecekmişim. Ben ne yapacağımı, nasıl söyleyeceğimi düşünürken onun zamanı gelmiş bile. Cahillik işte nerden bileyim. Doğuma girdim, iki saat sonra da anne olarak, kucağımda bir bebekle çıkıverdim. Hakan’da kapının önünde baba oluyorum diye bağırmış, şok geçiriyordu herhalde. Bir de o sıra on sekizime daha girmediğim için korkumdan hastaneye on sekiz yaşına yeni girmiş olan arkadaşım Melis’in kimliğiyle girmiştim, e çocuk doğunca hastane doğum kayıtlarını yapmak üzere bebeğin babası ve annesinin kimliklerini isteyince, ne yapacağımı şaşırdım, durumu anlatmaktan başka çaremiz yoktu. Hakan iş yerinde patronu olan Hikmet abiyi aradı, Hikmet abi de yanında bir miktar para ve eşiyle kalktı geldi. Hastaneye durumu açıkladılar, benim doğum masraflarımı ödediler, hastane de tabii ki on yedi yaşında olduğum için hem sosyal hizmetlere hem de polise haber verdi. O sırada bir de annem arıyor sürekli, açamıyorum telefonu, kaldığım o da biraz sakinleyince açtım, arkadaşımda olduğumu, ağrı kesiciden dolayı uyduğumu, yarın sabah erkenden geleceğimi, iyi olduğumu söyleyip kapattım telefonu, o geceyi orada geçirip ne yapacağımızı kararlaştırdıktan sonra uyuya kalmışım, sabah patronumun eşi gitmiş bizim eve, annemi almış karşısına, dili döndüğünce sakinleştirerek anlatmış olanı biteni, annem sinir krizi geçirmiş, bayılmış, bağırmış çağırmış yine bayılmış, sonra kendine geldiğinde beni aradı, “benim senin gibi kızım yok sakın gelme bu eve” dedi. Zaten o ara polisler geldi, hastaneden çıktık karakola gittik, ifade vermek zorundaymışım, kendi isteğimle olduğuna dair. Bir kere de okulda yaşadığım bir kavga yüzünden gitmek zorunda kalmıştım o karakola, orada ki polis babamı da tanıyor, beni görünce yine mi sen dedi, olanı biteni öğrenince, sanki yumuşadı biraz, ya da acıdı bana, babamdan ötürü de panikledi galiba, öyle hissettim suratından, önce annemi aradılar velayetim onda olduğu için. “Haberiniz  var mı, kabulleniyor musunuz, siz sahiplenmezseniz sosyal hizmetlere vermek zorunda kalacağız anne ile bebeğini “ demişler. Annem o sinirle kabul etmiyorum verin demiş. Bu sefer babamı aradılar, hapisten de yeni çıkmıştı, en korktuğum babamın haberi olmasıydı, “babam öldürür beni” dedim polislere, beni, bebeğimi ve Hakan’ı ayrı bir odaya aldılar, babam bir hışım gelmiş tabii, konuşmuş, biraz sakinleştirmişler, çok kan kaybettiğimi, beş on dakika daha geç gecikseymişim ölmüş olabileceğimi anlatıp yumuşatmışlar, sonra biri geldi odaya bebeği benden alıp babama götürdü, bebeğimi kucağına aldığı an ağlamaya başladığını gördüm babamın. Belki de hayat boyu canımı en yakacak olan sahnelerden biriydi, hiç unutmayacağım… Sonra beni ve Hakan’ı götürdüler odaya, babam bana sarıldı, ağladı, öptü. Çok çok tuhaftı, ne yaşadığımın, ne olduğunun inan farkında değildim, sanki rüya görüyorum da dışarıdan izliyor gibiydim olanı biteni, bebeğimin bu kadar sağlıklı doğması bile imkansızdı, o kadar ilaçlar, hoplamalar, zıplamalar, sigaralar, düşmeler. Onun bu dünyaya gelmesi gerekiyormuş, o da beni seçmiş gibi sanki. Yoksa yaşaması gerçekten mucize… İşte böyle,  şimdi ev bakıyoruz, bir aya kadar evlenmiş oluruz sanırım, gerçi yağmur dört aylık oldu bile ama ne yapalım, ev kurmak, işleri oturtmaya çalışmak, ne yapacağımıza karar verip o şoktan sıyrılmak uzun zaman aldı. İlk yirmi, yirmi beş gün kadar babam ve eşi baktı bize, o aralar, dayım, teyzem, babam annemi ikna etmeye, yumuşatmaya çalışmışlar, Yağmur bir aylıktan biraz daha azdı annemin yanına gittim ilk defa, zaten Yağmuru kucağına aldığı an bitti her şey, şimdi benden daha çok deli oluyor, hatta bırakmıyor bile bana, yavaş yavaş düzelecek hepsi biliyorum da, onları hiç böyle yıkmak istemezdim, elimde olsaydı yapmazdım da, resmen benim dışımda gelişti bütün olaylar. Tabii benim de kabahatim var, hem hiçbir şey bilmiyordum bu durumlarla alakalı hem de hiç dikkat etmedim kendime, o yoğunluk ve koşturmacada, okulum, eğitimlerim falan derken, yine çok yiyorum kilo almaya başladım zannettim mesela, gerçi hiçbir belirtim de olmadı, ne bir mide bulantısı, ne göğüs sancısı vesaire… hiç. Belki böyle olması gerekti ne bileyim, artık neyi düşüneceğimi de pek bilemiyorum, Yağmura baktıkça iyi ki olmuş diyorum, kendime baktıkça, eğitim hayatımı bitirdiğimi, artık kendimden daha çok onun için yaşamam gerektiğini görüp düşündükçe sıkışmış gibi hissediyorum… Belki de yaşımla ilgilidir, ilerde nasıl hisseder, nasıl düşünürüm bilemiyorum da, kader işte abla ya ne diyeyim. Olan oldu, ben bundan sonra sadece yağmur için herşeyin en iyisi, en güzeli olsun isterim, hem beraber büyüyüp, arkadaş gibi olucaz onunla daha güzel değil mi? diye gülümsüyor yüzüme... Ve sonlandırıyor... Öyle işte...

Benden de bir o kadar, öyle işte…  Sessizce dinledim, her anlattığını beynime kazımaya çalışarak, bazı yerlerinde dersler çıkarıp, bazı yerlerinde saatlerce düşündükten sonra sadece onun gözünden yazdım bu yazıyı… Annesinin yüreğinden ise başka bir zaman yazacağım. Ama hala günümüz Türkiye’sin de elalem ne der diye düşünüp kahrolduğu halde, evlatlarına bu kadar sahip çıkanları gördükçe, umudumu kaybetme raddesine gelmiş olsam da, yine bir umut doğuyor içimde.

Bunları gördükçe, dinledikçe, azıcık kendimize pay çıkarttıkça aşabiliriz belki o bizim hakkımızda verilen her kararı etkileme gücüne sahip ama bir türlü kim olduğunu bilmediğimiz “elalem”i.  

Kimse kimseyi yargılayabilecek hadde ve hakka sahip değil şu hayatta, çünkü her şey ama her şey insanlar için. “Bugün yargıladığını, yarın yaşarsın”a inanırım hep. O yüzden herkes başkalarının hayatlarını ve yaşama tarzını eleştirirken bence bir değil bin kere daha düşünmek zorunda, en azından kendi geleceği için. 

Ve Sezen… Güzeller güzeli sezen…Yaşı 18 Sezen’in… Yaşı küçük ama omuzlarında ki yük çok büyük. O da aldırmamaya çalışıyor elalem’e, yaşarım ben kızımla, elimden geleni yaparım ona bakmak için diyor, illa evlenmeme gerek yok, zaten bana bu konuda herhangi bir zorlama yapan da yok, sadece ben çok seviyorum Hakan’ı, evet ikimizin de yaşları çok küçük ama geçiririz bugünleri, arkadaş gibi büyürüz kızımızla beraber diye düşünüyor. Haklı da ama bizim toplumumuz da böyle düşünenler olarak maalesef azınlıktayız, keşke bu küçük kadınlarımız için, hatta tüm kadınlarımız ve şu saçma sapan elalem için gerçekten birşeyler yapabilsek!  

Çünkü toplum olarak Homofobik’iz, kadınfobik’iz! Ne kadar riyakârız Allahım, ne kadar kompleksliyiz, ulaşamadığımız ciğer, mundar olunca, içimizden geldiği ve yüreğimizin istediği gibi yaşayamayınca, yaşamaya çalışanları gördüğümüzde hele bir de arkasında kapı gibi ailesi varsa, destekse, koruyorsa, kimseye yem etmiyorsa, iyice hırslanıp taşlayarak, eleştirerek, yargılayarak derin bir “Ohhh!” çekeriz. Ama bunun harici daha nice bekar ve küçük kadınlar, küçük kasabalarda, şehirlerde, bağnaz mahallelerde aynı kaderi yaşıyor. Bazıları dışlanıyor, bazıları ise daha da fenası öldürülüyor! 
Rahatsın diyorlar bana…fazla genişsin… Nasıl bakabiliyormuşum bu tarz durumlara bu kadar olağanmış gibi. Hele bir çocuğum olsun o zaman görürmüşüm… Eşimle de en alevli tartışmalarımızdan biridir benim bu konularda ki düşüncelerim, ister kız çocuğu ister erkek çocuğu olsun, onlar zaten bir birey olarak geliyorlar bu dünyaya, ne yaşayacaklarına karar vermek değil, kararlarına yön vermek olmalı anne babanın görevi, uyarmak, tehlikeyi göstermek, olurunu olmazını anlatmak ve onları kendi yaşamak istedikleri hayatla başbaşa bırakmak, tabii ki her zaman arkasında durarak ve koruyarak. Çok kolay değil yazmak, uygulamak hele bir o kadar zordur tahmin edebiliyorum fakat  özgürlüğün, kendine güvenin, kendi kararlarıyla baş edebilmenin, verilen kararlar ve atılan adımların bedellerini ödeyerek en güzele ulaşılmasına olanak sağlamak bir insana verilebilecek en güzel hayat tarzı gibi geliyor bana.

Bugüne kadar ne kadar pişman olduğum şey yapmış olsam da hep bu şekilde yaşamaya çalıştım, umurumda değildi karşı komşunun bana bakıp da “cık cık cık” yapması. Yanlışlarım da çoktur, iyi ki yapmışım dediklerimde, yanlışlarımdan da bir sürü ders çıkarttım, iyi kilerimden de, bu yüzden Sezen hikayesini anlatmayı bitirdiğinde aklımdan geçen tek şey bundan sonrasının onun için çok güzel olması idi. Dilerim eğitim hayatına kaldığı yerden devam etsin, dilerim tüm hayal ettiklerini kızıyla beraber gerçekleştirsin, o dünya güzeli, yüzünden gülücüğü eksik olmayan, menekşe grisi gözleriyle etrafa tertemiz bakan o muhteşem varlığı öyle bir büyütsün ki, hiçbir şeyi gizlemek zorunda kalmadan, hiçbir şeyden korkmak zorunda hissetmeden, annesinin hep arkasında olduğunu bilerek sağlam, karakterli ve güçlü bir kadın olsun yağmur da… Ve dilerim çok ama çok mutlu bir aile olsunlar. Öyle çok sevsinler ki birbirlerini, yağmur gurur duysun anne ve babasının birbirine olan sevgisinden. Daha burada kelimelerimin yetmeyeceği kadar güzel bir hayat diliyorum hepsi için. 

Bu dünyada eğer bir mucize varsa, o da dünyaya bir bebek getirebilenlerdir. O bebekler kadar saf, onlar kadar temiz, o bebekler kadar güzel bir yaşamları olsun ömürleri boyunca, tüm “elalem ne der” diye düşünüp korkan, sırf bu yüzden utanç içinde yaşamalarına, öyle hissetmelerine sebep olunan, eleştirilen, aşağılanan tüm kadınlarımızın!



O “elalem”e gelince, genel de tanıdığım ve ne diyeceğinden korkulan elalem’ler hep Allah’ın adını anarak yatan, Allah’ın adını anarak kalkanlar nedense. Halbuki yaptıkları dedikodular, insan yargılamalar, “gıybet”ler nasıl da günah… Herkesi kastetmiyorum tabii ki, gerçekten Allah inancı ve Allah korkusu olup, buna göre yaşayan, tertemiz kalpli dünya iyisi arkadaşlarımda var benim ama bu aralar denk geldiklerim, ibadetlerini eksik etmemeye çalışıp, ağzından Allah'ın adını düşürmeyip yine de kalbinden geçene, ağzından çıkana, kırdığı kalbe, başkasının günahına girmeye çekinmeyenler genel de… Kendileri yaşamadığı ya da yaşayamadığı için karşıdan bakarak, hep işin kolayına kaçıp insanı yeren ve yargılayanlar... Onlar içinde tek dileğim “Allah ıslah etsin” den geçiyor. Umarım bir gün daha hoşgörülü, daha sevgi dolu, daha fazla empati yapabilen ve etrafla, etrafın hayatıyla uğraşmak yerine dönüp kendimize bakan ve kendini sorgulayan, Sezen ve Sezen gibileri rahat bırakarak, herkesin mutlu mesut yaşamasına sebep olabilen insanlar olabiliriz. Öptüm.
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...