Pazartesi

Ebelek Gübelek Toplum

Bugün belliydi zaten böyle olacağı... Yazmasam olmayacak gibi sanki, canım sıkılıyor canımmm...

İnsanın kendini, kendi evine ait hissedememesi ne kötü... Hem zaten benim evim değil burası, annemin ve babamın evi, ama ah ettim, bir iş bulmam lazım hemen ve kendi düzenimi kurmam lazım bir an önce.... Kendi kurallarımın olduğu bir yerde yaşamak istiyorum... Mecbur bırakıldığım şekilde değil... sıkıldım neyse...

Burayı açalı 2 sene olmuş, benim blogummm, canım blogum canım canım, iyi doğdun DYG!

Ebelek gübelek bir toplum olma yolunda adım adım ilerlerken, bazen aklımın sınırlarını zorlayan durumlara şahit olmak sinirlerimi bozsa da onlarla eğlenmek çoğu zaman daha iyi bir çözüm oluyor...

İçimde, kafamda susmayan birileri var ve benimde onun ağzına terliği yapıştırasım var... Sussa da elalemin derdi beni germese, sussa da keyfime baksam, banane desem, kendi hayatımla ilgilensem değil mi?

Ama yok.... Bana şu gezegende rahat, huzur yok!

Neymiş?

Nurgül Yeşilçay; “Cem’ le sevişiyoruz!”
Hah durur durur bunu düşünürdük biz de, iyi oldu bildiğimiz, o zaman biz de sizi ayakta alkışlıyoruz!!! Valla rahatladım...

Eurovizyon’ a kim gitsin?
Mümkünse kasığından tanımadığımız biri olsun! Atiye gitsin...

Ölüm acısını facebookta yaşamak...
Kimse sesini çıkaramadı. Tüylerim diken diken ama benim de söyleyecek sözüm yok, acı insanı şaşırtır diye bir yol buldum anlamak için... Ne diyeyim...

Bülent Arınç; “Bağdat Caddesinde sosyete oturuyor.”
Vee işte bir bölüp ayırmadığımız bu kalmıştı.
Sosyete halk, varoş halk, fakirler, zenginler. Cumhuriyet yürüyüşünü küçümseyen zihniyet başka neleri küçümser acaba?
Erenköy camisinde kılınan namaz namaz mıdır mesela?

Diyanete danışasım var..

Neyse, yeni felsefemi burada da uygulamak istiyorum, başka türlü söylen söylen bitmez... KGG... oh....

Zaten başımı göğsüne koyduğumda, güven hissedebildiğim, deli gibi sevdiğim adam ile yaşadığım o bahtsııızz...şanssızzz...lanetliii ve bir o kadar da güzel geçen cumartesi gecesinin bile, şööyle kahvemi alıp da düşünerek keyfini çıkaramadım daha... İstiyorum ki hep yanında kalayım...

Ama benim bu aralar derdim başka, kafam başka yerlerde...

Hani bazen topluluklarda birileri, diğerinin özgüveni üzerinde oynayarak şekillendirir ya ortamı ve muhabbeti... Hani her şeyi bilen kadın ve adamlar vardır... Evlilikte ahengi, aşkta morali, arkadaşlıkta siniri bozanlar.. Depresyon yaratıcılar derim onlara...
Karşılarındaki kişinin kırılganlığı ve hassaslığı ne kadar derinse onların güçleri de o denli yüksek olur...

Kirpiyi dürten, dürttükçe dikenlerin daha çok çıkmasına sebep olan hain çocuklar gibidirler...

Sosyal beslenme biçimleri böyledir. Kendi güvensizliklerini başkalarını aşağılayarak ve bunu da "şaka yapıyoruz" maskesi altında yaparak, yok saymaya çalışırlar...

Basın ve siyasette de yol alma biçimi böyle olanlar, bir şirketi böyle yönetenler, medyadaki bu tarz ünlüler nedense giderek daha çok tercih edilir oldu, daha popüler isimler haline gelmeye başladı...
Bir Okan Bayülgen...
Gerçi kendilerini severim ama en gözle görülür örnek o geldi aklıma...
Konuğunu azarlayan sunucular, izleyicisini paylayan programcılar, herkesi küçümseyen yazarlar...
Ne çok izleniyor, okunuyor ve daha da ilginci önemseniyorlar...

Kırılgan olmak neden yeni bir suçmuş gibi değerlendiriliyor artık?
Duygusal olmak neden insani bir defo olarak görülüyor?
İncinebilmek ve bunu dile getirmek neden kötü bir hastalıkmış gibi algılanıyor?

Oysa kaba olmak, kalp kırmak, küçümsemek değil miydi biz çocukken insana yakışmadığı söylenen davranışlar?

Birini incitmekten dolayı zafer kazandığını düşünebilir mi kişi gerçekten?

Aklıma takıldı işte öylesine... Uyuz oluyorum...

Başkalarının özgüvenini parçalayarak yamalı bir kılıf mı yapıyorlar acaba kendi güvensizliklerine?

Muhtemelen...

Sorsan, sevdiğimden yapıyorum, eğleniyoruz derler. Bir de şakadan anlamayan sen olursun değil mi?

Evet bu tarz şakadan anlamıyorum ben ve istemiyorum böyle espri anlayışına sahip insanları etrafımda.

Moralimizi bozan kimseyi tutmayalım yanımızda derim.
Sevgisini kasıtlı olarak, ifade etmeyeni anlamaya çalışmayalım.
Konuşmaları kinaye dolu laf sokuculara tahammül etmeyelim...
Beş dakika bile dinlemeyelim her şeyi bilip de öğretmelere doyamayan adam ve kadınları.
Ve Kesinlikle yok sayalım sadece kendi şartlarına göre kural yaratanları...
Can sıkmaktan başka işe yaramıyorlar çünkü...

Ha bir de... Kırılgan olmak iyidir. Hâlâ bir kalp taşıyorsunuz ve birilerine değer verebiliyorsunuz demektir. Değerli olan kendi değerini kendi yok ediyorsa, artık ona da yapacak birşey yok... Ne diyelim... KGG... =)

Hiç yorum yok:

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...