Pazartesi
Karman çorman...
Zor işler valla, böyle bir gerginlik, bir korku, bir heyecan, karman çorman... isteme ve tanışma işini hallettik bir de nişanı atlatırsak oturup rahat rahat yazıcam... işe git, işten çık bilmem kimin yok kınasına git, yok düğününe git, yok oraya koştur, azıcık kendimize zaman ayıralım, şöyle bir yayılalım, dinlenelim, başbaşa kalalım desek vakit yok... aaa kaçsaymışım keşke içim şişti, bir de sevmiyorum ki böyle adetiydi püsürüydü işleri. Bana kalsa basıcam nikahı oturucam aşağı, gelen, giden, arayan, soran olursa "bende geçenlerde evlendim falan işte canım napalım iş güç ev koşturuyoruz" diye muhabbet arasında haber vericem, o kadar fenalıklar bastı. Bir de iş ile ilgili halledilmesi gerekenler var, kampanya, reklam olayları, aktiviteleri, diyetisyeni, yılbaşı eğlencesi, e ay sonu geliyor, aralık ne lanet aymışsın, elde avuçta hiç bişey yok, dünya kadar ödemem var, sonra aklıma takılanlar, düşünmeden edemediklerim ve sırf bu yüzden nefes aldırmayan olaylar var ki beynim bir tarafımdan çıktı çıkacak. Ne elbise giyicem, nerde nişan yapıcaz, tanışma fasılları, isteme gümbürtüsü, bir kıyamet, ne olduğunu bile anlamıyorum, her seferinde bir an bi yerde uyuya kaldım da rüya gördüm gibi hissediyorum falan filan fistan işte... Neyse işte böyle, arada haberdar ediyim, sonra rahat rahat hissederek, zaman bulur bulmaz detaylarıyla yazıcam, bakma çok söyleniyorum da, aslında dışardan bakınca çok eğlenceliydi, sadece ben biraz fazla geriliyorum herhalde. Kafamın dibi yara oldu lan kaçıp varayım ben bu adama en iyisi.
Çarşamba
Kabul bazen fazla kıskancım. banane.
Geçen aylarda sevgilimle kendime masaj seansı almıştım, dedik bu hafta gidelim, önce aradım rezervasyon yaptırdım, sonra birden aklıma geldi telefon ettim, "merhabalar ben demin rezervasyon yaptırdım ama bir kaç sorum olacaktı, masaj da kadına kadın, erkeğe erkek mi masaj yapıyor acaba?" "hayır efendim masörlerimizin hepsi bayan" hay koyim! "hıı anladım peki masaj seansları tek kişilik mi yoksa çift olarak girebiliyor muyuz?" "tek kişi alıyoruz efendim" "haaaa" diye bi ses çıkıvermiş benden, anlayamadım nerden geldiğini neyse, sinir bastııı, sıcak bastıı, aklına ne geliyosa bastı bana, düşünemiyorum yani, ben... beeen... ben sevgilimi yoğursun diye kendi elimlee elin karısına emanet edicem, beeeen... gerçi sevgilide baya bi heveslenmişti ama önce mesaj attım, "aşkım sen masaj yaptıramıyorsun, bizi beklersin çıkana kadar" diye, hemen aradı "neden hayatııım?" çünküü, hani kendimede bok sürdüremem, nasıl desem diye çırpınıyorum, "çünküüü ıııı, masaja tek kişi alıyolarmış!" "e olsun aşkım nolucak", "nasıl nolucak be, masajıda kadınlar yapıyomuş!!" "e hayatım yani ne olmuş.." "ya bana bak masaj odası tek kişilik olsa, ben oraya üstümde bi havluyla anadan doğma giricek olsam, masajı yapanda erkek olsa sen bana yaptırır mısın?" "tabii ki hayır saçmalama ama aynı şey....." "tamam konu kapanmıştır bende sana yaptıramam hiç kusura bakma" "tamam hayatım peki tamam" "oldu o zaman öptümm" "bende..." hah hah hah sırf verdiğim onca paraya acıdım he, neyse üç kuruş için o gerginliği çekemem, rahatlamaya gidicem ajda pekkan gibi gerim gerim geri dönücem, olmaz arkadaş ıçarım öyle işe.
Pazar
♥♥...En Güzel Hikayem...♥♥
Çok şey oldu yazmayalı.Çok şey de olmadı.Çok sustum.Çok konuştum susarken.Ve şimdi toparlamak lazım bu
mevsimi.
Aslında eve gelip kahvemle yalnız kalana kadar geçen süre içinde olan
her şey “hayat”tı.
Zorlu, zevkli, neşeli, düşünceli, görevli... Hepimizin
içinde olduğu hayat işte!
Yaşarken ağır gelen yanlarını kahkahaların taşıdığı, yaşayıp gittiğimiz ama herşeye rağmen güzel olan bir hayat... Şimdi bunca güzelliğe, bende hepiniz için güzel bir dilekle başlamalıyım...
Yaşarken ağır gelen yanlarını kahkahaların taşıdığı, yaşayıp gittiğimiz ama herşeye rağmen güzel olan bir hayat... Şimdi bunca güzelliğe, bende hepiniz için güzel bir dilekle başlamalıyım...
Aşk dolu olsun ömrümüz emi... İyi ki yaşıyorum, iyi ki sevmişim,
Sözcükleri
severim ben…
Sözcükler
beni sever mi ?
Bilemem…
Cümlelerle ise aram sözcükler kadar iyi
değildir, belki de bu yüzden hep deviririm cümleleri “Devrik cümle
kullanıyorsun” diyenlere inat… Zaten yazar sıfatı oldum olası yakışmaz bana, yazan desek
belki yakışacak ama yazar yakışmıyor işte… Yazmak ile yazmamak
arasındaki o ince çizgi… Delilik ile akıllılık arasındaki ince çizgi gibi… Bir
kere başladın mı bırakamayacağını bile bile
başlamak…
Alışmış kişi, insan türleri arasında en tehlikeli olanıdır…Bir kere
kalem ve kâğıt arasında sıcak bir ilişki kurulduysa ben yazmıyorum diyerek
kenara çekilmek çok zordur…Gözlerimi ne zaman kapatsam, kelimeler uçuşuyor havada…Ne zaman çevreme baksam, kağıda dökülmeli bütün bu yaşananlar diyorum…Duymazlığa geliyorum, hiç oralı olmuyorum ama yine de sonuç değişmiyor…Bir kere yazma eylemi işlemişse kanına insanın, ne yapsan
da kurtulamıyorsun işte... garip...
Neyse kısa
kısa özet halinde geçeceğim bazı yerleri ki bundan sonra ki yazılara bugünden
itibaren devam edebileyim. En son 1 temmuz da yazmışım, ne çok şey oldu… bugün
5 aralık Pazar, tam bir Pazar mikropluğu yaptım, dün gece yorgunluktan saat
23.00 gibi uyuyakalmışım, sabaha karşı 5 gibi bi kalktım, su içtim, biraz
dolandım, 15 dk sonra tekrar yattım, kalktığımda saat 13:30 du, oooh ne güzel
uyumuşum, sonra bir o tarafa dön, biraz bu tarafa dön, oooh canıma değsin daha
da yatıcam diye diye saat oldu 15:30, kalktım kendime güzeeel bir kahvaltı
hazırladım yayıldım koltuğa, kahvaltım bitti kahve yaptım yine yayıldım derken
saat 19:00 gibi sevgili aradı, çocuklar geldi yemeğe gidiyoruz hadi hazırlan
diye, öyle mayışığım, öyle gidesim yok ki, geçirdim eşofmanı, aldım bi sigara,
bi telefonumu çıktım, azıcık makara muhabbet falan 2-3 saat oturdum geri
döndüm, zaten aklım buradaydı, canım nasıl yazmak istiyordu anlatamam… Çoook
yoğun bir sene geçirdik, hepsini yazmam lazımmm...
Şimdi malum bizim gezmelerimiz tozmalarımız bitmez havalar güzelleşince, gerçi soğuk, sıcak farketmiyor ama malum güneş azıcık yüzünü gösterince başlıyoruz her hafta plana programa, bu senede fırsat siteleriyle başladık, bakıyoruz nerede gitmediğimiz yer var, ağva, polonezköy, şarköy, kilyos, alaçatı, antalya, derken gez gez doyamadık fakat muhteşem bir yaz geçirdik mayıstan ekim’e kadar, gerçi yaz 3 ay sürüyordu da o kadar keyife, zaman kavramını kaybedip yazı biraz uzatmışız, hem kabahat bizde mi canım, havalar soğumak bilmedi bir türlü, bak hala sadece serin, hani bi tatil daha yapılır ama annem kesin bacaklarımı caaart diye ayırır artık...=) neyse devam...=)
Şimdi malum bizim gezmelerimiz tozmalarımız bitmez havalar güzelleşince, gerçi soğuk, sıcak farketmiyor ama malum güneş azıcık yüzünü gösterince başlıyoruz her hafta plana programa, bu senede fırsat siteleriyle başladık, bakıyoruz nerede gitmediğimiz yer var, ağva, polonezköy, şarköy, kilyos, alaçatı, antalya, derken gez gez doyamadık fakat muhteşem bir yaz geçirdik mayıstan ekim’e kadar, gerçi yaz 3 ay sürüyordu da o kadar keyife, zaman kavramını kaybedip yazı biraz uzatmışız, hem kabahat bizde mi canım, havalar soğumak bilmedi bir türlü, bak hala sadece serin, hani bi tatil daha yapılır ama annem kesin bacaklarımı caaart diye ayırır artık...=) neyse devam...=)
Neler mi
oldu o arada, aklımda kalanlardan başlarsak, Kilyos’ta jet skiden bir miktar ters düşünce neslimin burnu kırıldı,
ağva da ben elime çakmak çaktım, nasıl bir acı, bildiğin çakmağın altını üstünü kavrayamadım
ve elime çakıverdim, alaçatı da gidiş ve dönüş yolunda küçük çaplı birer panik
atak geçirdim, antalya’da koskoca tatil köyünün içinde kayboldum, oturdum
gecenin bi körü hamağın içine, hüngür hüngür ağladım, ne telefonum yanımda, ne
birini bulabiliyorum, her taraf bacaklarını ikiye ayırmak için yer kolladığım
rus kızlarıyla dolu, sevgilim ortada yok. Beni uzaktan hamakta görünce “hayatıııım?”
diye bağırışını duyduğum an nasıl böğüre böğüre koşup sarıldım. hay rezilim. Kaybolduuuum…
seni bulamadıııım… böğğeee…Güle güle
sarıldı tabii ne yapsın.neyse bi daha öldürsen gitmem oraya, kıskançlığımdan çatır çatır çatladım, başka yerde tatil yapılmıyor sanki, onlarda ki bacaksa bizde ki ne çok merak ediyorum, ne biçim tatildi yaaarab, şükür ki bitti.
En güzeli
alaçatıydı, aslında ne alaçatı, ne de yeniden bir tatil hiç aklımızda yoktu ama bu iki günlük kaçma olayının birkaç
gece öncesinde oturup oyun oynadık, kaybeden kazanana bir sürpriz yapıcak diye de
iddiaya girdik, eh tabii ki ben kaybettim ve nasıl bir sürpriz yapsam,
naapsamm, ne yapsam diye düşünürken, internette geziniyordum ki gözüme alaçatı ilişti,
önce otel arayıp belirttiğim tarihte yer olup olmadığını sordum, var dediler, o an rezervasyonu yaptırdım, sonra uçak ve otobüs fiyatlarıyla, tarihlerine baktım,
hepsi müsait, hemen sevgiliyi aradım.
-Sana bir
sürprizim var
-Neymiiiş
-Hani ben
kaybettim ya oyunda hani bi sürpriz yapmam gerekiyordu
-evet
-tamam
yapıyorum şimdi
-tamam yapp
hadi söyle
-haftaya
alaçatı marine palace’a gidiyoruz 2 günlüğüne, yerimizi ayırttım, sende iş
programını ona göre ayarla,
-neeee..
-alaçatıya
gidiyoruz
-nasıl
gidiyoruz, daha yeni antalyadan geldik, nasıl gidicez.
-aaa basbaya
işte, yeri ayırttım, her şey hazır, sen kendini ayarla yeter.
Kısa bir
sessizlik… bir gülme sesi…
-halla
halllaaa… deli misin aşkım sen?
-yahu
sürpriz işte, sözüm vardı tuttum, tamam mı gidiyor muyuz?
-tekrar
gülme sesi…tamam gidiyoruz.
-yiiihheeey
(iç sesim:
yeşim abla ve annem kesin bizi 85 parça yemek setine dönüştürücek, öyle böyle
parçalamıcaklar, yandık ama hadi bakalım…)
Allahtan
bizi seviyorlar, sorumluluklarımızı bir kenara
atıp kendimizi gezmeye, tozmaya verdiğimiz o zamanlarda seslerini çıkarmayan,
her defasında bizi kocaman bir kucak ve güleryüzle karşılayan ailelerimize
çoook büyük bir teşekkür borcum var, hatta öperim bile! =)
Atladık
otobüse, birkaç saat geçmişti ki bana bir şeyler olmaya başladı, nefes
alamıyorum, gözümü açıyorum, kapıyorum, bi tarafa dönüyorum, bir bu tarafa yok…
nefes alamıyorum, midem bulanıyor, “istesem de inemem, istesemde inemem” diye
beynimde bir ses çınlıyor, saat sabahın 4’ü, otobandayız, otobüsün içi dahil
her yer kapkaranlık, fenalaşıyorum, sevgili uyuyor.
-mert. Meeert. Meeeeeert!
-hı ne ne ne oldu!
-bana bir şeyler oluyor, nefes alamıyorum,
çok kötüyüm.
-Aşkım gel, gel bak, gel kafanı koy şuraya,
gel kapa gözünü uyu, bi kaç saat sonra varıcaz, bişeyin kalmaz hadi uyu.
Deniyorum ama
yok, uyuyamıyorum, resmen oksijenim bitiyor. Kesin ölücem allahım burada, yada
daha kötüsü ölmeyip beyin kanaması falan geçiricem! Beni izmire eğitime gidiyor
sanan babamda eğer iyileşirsem, iyileşince kesin öldürücek, hani her türlü ölücem
.! içimden ne küfürler yağdırıyorum kendime, salak salak gerzek, aklına
soktuğumun dangalağı, yeşim abla demedi mi sana, “nereye para vermiyosunuz
kızım, gitmeyin otobüsle o kadar yolu, gidin uçakla” demedi mi kadın. Dedi. Sen
ne yaptın?! Otobüs yolculuğu eğlenceli olur, bu seferlik böyle olsun dedin de
ne oldu! Geber şimdi burada! al…all… Ne dualar ediyorum, nasıl dualar ediyorum,
en sonunda dayanamadım kaptanın yanına indim, “ne olur durun, 1 dk durun iyi değilim lütfen durabilir miyiiiiz?!”
duruyoruz, otobüsten indiğim gibi kusmaya başlıyorum, rezil oldum, adam beni
ilk defa kusarken gördü, hayatta öpmez daha beni diye düşüne düşüne bitiyor, merte dönüyorum,
-allahını seversen binmeyelim, ne olursun, bindirme
beni bu otobüse,
ölücem ben dayanamam daha fazla ne olur binmeyelim
-yavrum nasıl binmeyelim ya, otobanın
ortasındayız, ne yapıcaz binmeyip,
kurdu kuşu yer kızım bizi burada, hadi gel
uyursun biraz kendine gelirsin hadi gel
-ne
olursuuuuuuuuun! diye
ağlaya zırlaya bindim otobüse, bir süre sonrada uyuya kalmışım, uyandığımda
varmıştık şükür ki. Bir hastaneye falan gittik, bronşlarım dolmuş, oksijen
verdiler, rahatladım azıcık, o andan sonrası da güzeldi işte, çoook güzeldi…
Bir kere
alaçatı muhteşem bir yer, bir dahakine 2 günlük değil daha uzun gidip keyfini
çıkarıcam mutlaka.
Dar parke
sokaklar… Sokaklarda masalar….
Masaların
üstünde mumlar, çiçekler….
Kimi tahta
sandalyeleri kırmızıya, yeşile, maviye boyamış, aynı renklerde yastıklarla
desteklemiş.
Küçük küçük
butikler.. Her yerden sakin sakin müzikler geliyor
Neşeli…Romantik…
Bir de biz
sezon zamanı değil de sezon bittiği sıralar da gittiğimiz için daha bir
sakindi, böyle neşeli, romantik, güzel bir 2 gün geçirip geri geldik, zaten son
tatilimizdi, iyi ki gitmişiz.
Gelir gelmez de bir koşturmaya girdik ki sorma, daha önce de yazmıştım iş kuruyorum diye, işte onun koşturması başladı gelir gelmez, mertomla beraber, resmi daireler, evraklar, vergi levhası, faaliyet belgesi, ruhsatı derken bi 20 gün kadar onlara koşturduk.
Resmi
dairelerde işlemler bitti, her şey hazır hale geldi, bu sefer tadilat başladı
bir 15 gün kadar o sürdü, sonra tadilat bitti alışveriş başladı, yine bi iki
hafta kadar da o sürdü o eksik, bu eksik diyerek, sonra temizlik, antrenör
bulma, hep beraber eğitime girme, eğitim bitince oryantasyon’a girme derken
2
ay gibi bir zaman da iş yeri için her şey hazırdı.
1 kasım da
kapılarımızı açtık, ilk günlerde müşteri geldiğinde resmen sesimin
titremesinden konuşamıyordum bile ama şimdi daha rahatım tabii. Allahtan
beraber çalıştığım arkadaşlarımda
o kadar sahiplenici ve yardımcılar ki, çok
fazla tedirginlik yaşamıyorum.
Neyse kapıları açtık ama daha açılış partisi yapmamıştık,
bu seferde onun koşturmacası başladı. şirket ayarla, dışarıya balon
süslemeleri, afişler yaptır, dağıtılacak olan hediyeleri hazırla, ikramlarıydı,
pastasıydı derken 19 kasım sabahı geldi çattı. Açılış var diye sabahın körü, koştur koştur kuaföre gittim, bi fön, az
makyaj, bi oje tazelemesi, tamamım. Bir yandan telefon çalıyor sürekli,
balonlar, pasta, yiyecekler, salon hazırlığı…
Ofise vardığımda hazır her şey, fişek gibi iki antrenörüm, annem ve sevgilim her şeyi halletmişler, biraz olsun rahatlıyorum ama gerginim, pasta ve kurabiyeler geliyor, annemlerin hazırladıklarıyla pastaneden gelenler birleşince, herhalde tüm bağdat caddesi şubeye yığılsa koymaz, o derece bir görüntü çıkıyor ortaya, nasıl böyle düşünmeden, hesaplamadan iş yapıyorum bazen. Viledaya kafamı geçirip kendimi boğasım geliyor ara sıra =)
Kapı çalmaya
başlıyor bir süre sonra, insanlar geliyor yavaş yavaş, bir seviniyorum ki
ortalık canlanmaya başlayınca ama zaman geçtikçe iş çığırından çıkıyor, içerisi
kalabalık, tanıdıklarımız, tanımadıklarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız derken bu sefer
açılışı görüp merak eden müşterilerde gelmeye başlayınca nereye koşturacağımızı
şaşırıyoruz, umduğumuzdan kalabalık ve hareketli geçti. Neyse ki pasta kesilmesinden
sonra biraz sakinleştik… saat 17:00
gibi de tamamen durulduk, ortalığı
biraz toparladıktan sonra uzanıyorum koltuğa, alıyorum bir papatya çayı,
keyfini çıkarıyorum günün…
Ne kadar güzeldi, teşekkür ediyorum ricamı
kırmayarak gelen herkese… Ne kadar yorgun olursak olalım, her şeye değdi, böyle
cümbüş bir açılış beklemiyordum açıkçası…
Ama tabii gün bitmiş değil, önce bir miniğin doğum günü, sonra kuzenimin düğünü, sonra da sevgilimle baş başa yapacağımız bir “oh bee bitti…” kutlaması var… neyse ki düğünü iptal ederek biraz dinlendim. Saat 19:00 civarı ofisten alınıyorum ve doğum gününün olduğu eve gidiyoruz, sevdiceğimin kuzeni olan minik ve arkadaşları ortalıkta çığlık çığlığa koşuşuyorlar, teyzeleri öpüyorum, sonra salona gidip anneanneyi öpüyorum,
o arada anneanne beni orada ki diğer misafirlere tanıştırıyor,
-Bu da benim gelin, mertin kız arkadaşı, inşallah artık bi kaç haftaya takarız yüzüğü.
Önce
kendi etrafımda bir tur atıyorum ama saklanacak bir yer bulamayınca odadan
kaçıyorum. Hırr nasıl utandım. =)
Biraz
yemek, bir çay falan derken iyice dinlendim, kendime geldim ama ağırlık çöküyor
iyice, acaba şu kutlama gecesini başka zaman mı yapsak diye düşünürken mert
kalkalım diyor ve kalkıyoruz, önce üstünü değiştirmesi için eve uğruyoruz ve
sonra çoktandır gidemediğimiz ve uzun zamandır da bi bahane bulsakta gitsek
diye beklediğimiz nispet’e gidiyoruz, ilk defa baş başa bora öztoprak dinleyip,
aşk meşk tazeleyip eğleneceğiz…
İlk yarı
aynı umduğum gibi geçiyor, müthiş bir ses, harika müzikler, bir yandan
söylüyor, bir yandan yerimizde oynuyor eğleniyoruz. İyi ki gelmişiz, insanın
hakikaten ara sıra ihtiyacı oluyor.Bora Öztoprak söylüyor biz eşlik ediyoruz, önce bir
votka söyledim, baktım ağzımın tadı bozuluyor, bari dedim bira söyliyim bi
tane, bütün gece onunla oyalanırım ama alkol sevmiyorum fazla, o da keyfimi
kaçırınca en iyisi dedim kola söyliyim, bir yanda kolam, bi yanımda sevgili,
karşımda bora öztoprak ve şarkıları, gece nasıl keyifli… o yorgunluğa rağmen
nasıl güzel… Seni seviyorum şarkısını bekliyorum sevgilime sımsıkı sarılıp dans
etmek için ve sonunda çalıyor, kalkıyoruz, başlıyoruz dans etmeye, göz göze,
birbirimize söyleye söyleye ve sahnede bora öztoprak bir anons yapıyor.
-Kimse
heveslenmesin bu şarkı sadece duygu ve mert için bu gece.
Bi an
şaşırıyorum,sonra dönüp teşekkür ediyorum, devam ediyoruz dans etmeye.
Tekrar bir
anons geliyor, “Aslında bu gece önemli bir duyurum var, bu şarkıda kimileri
aşkını itiraf etti, kimileri hasretini, kimileri de evlenme teklif etti…” diyor
benim keyfim kaçıyor, çünkü ne zaman oraya gitsek ve ne zaman bizim şarkımız
çalsa biri birine evlenme teklif ediyor ve şarkımda o an ki romantik halimizde
birden bire son buluyor. Yine biri birine evlenme teklif edicek, başlıyorum
mızmızlanmaya, ne güzel de sarılmış, gözgöze şarkıyı söylüyorduk. Uyuz oluyorum
uyuuuuzzz.
-Bu
sefer olmasın ya! Bu sefer olmasın bari! Bu bizim şarkımız ama of be.
-Aşkım
boşver ne olucak gel biz dans edelim.
-Yahu
ne edicem elalemin evlenme teklifinde dans aman otur.
-Ya
aşkım gel dans edelim boşver. Dediği için sevgilim yeniden ayağa kalkıyorum ki
Bora
öztoprak devam ediyor.
“Gerçi ben bu evlilik konusunda mert kardeşimin fikrini
almak istiyorum.” Yemin ederim beynim o saniyeden itibaren kendini olup
biteni algılama durumuna kapattı. Resmen yavaş çekimde izliyorum olanı
biteni, mikrofon sahneden yavaaaaş yaaavaaş havada süzülerek mert’e geçiyor,
ben olduğum gibi sandalyeye çöküyorum hemde öyle normal oturma değil, sanki diz
kapaklarımın arkasından biri ip çekti, küt diye oturuyorum sandalyeye, öyle
boş boş metre bakıyorum,
mert elinde mikrofon önce bir süre bana bakıyor,
duruyor, sonra birden.
-Benimle yaşlanmaya
var mısın?
-ne?
-Benimle evlenir
misin?
Sahne: Duymuyoruuuuz!
-Benimle evlenir
misin?
Sahne:
Duymuyoruuuuuz!
Seyirciler:
oooooaaaaaaaauuuuuuuuuu!! Şakşakşakşakşakaşak!
Ben:hıhıhıhıhıhı,evetevetevetevet,
allahım yardım et.
Neler geveliyorum,
neler düşünüyorum belli değil. Nasıl çişim geldi, olmaz olmaz olacağı tuttu,
ölücem, o her “benimle evlenir misin” diye soruşunda bir bayılıcam ki öyle böyle
değil.
Tekrar sahne:
Duyamıyoruuuuuuz!
-Benimle evlenir
misiiiin?
Sahne: Kıza uzatsana
olum mikrofonu cevap versin.
Mikrofon bana
uzanıyor ama küçük çaplı bir kalp krizi geçiriyorum tahmini, sesim çıkmıyor,
kendi kendime kafamı sallayıp geveliyorum, saçımın diplerinde, yeni çıkmaya
hazırlanan,
minik kıl hücreleri bile titriyor o derece kendimden geçtim.
-eveiit….
Nasıl kısık, nasıl
ciyak çıkıyor sesim, bayıldım bayılıcam.
Sahne: Duymuyoruuuz!
-Eveiiiiit.
Sahne: Duymuyoruuuuuz!
-Eveet!
Sahne: Şahit miyiz
nispeeeeeet!!
Nispet ahalisi:
Şahidiiiiiiiiiiiiiiiiiz!
Sahne: Şahit miyiz
nispeeeeeet!!
Nispet ahalisi:
Şahidiiiiiiiiiiiiiiiiiz!
Sahne: Şahit miyiz
nispeeeeeet!!
Nispet ahalisi:
Şahidiiiiiiiiiiiiiiiiiz!
OoUuUUuuuuuuuaaa!
şakşakşakşakşakşak!
Bir alkış
kıyamet, mert aldığı yüzüğü çıkartıyor, parmağıma takıyor, bakıyorum öyle, bi ona, bi yüzüğe, bi ona, bi yüzüğe, o sırada arkadan birileri saçımı, sırtımı
okşuyor, masalardan “helal olsun kardeşim sanaaaa” “helal olsun beaaa” naraları, tebrikler, içki tokuşturmaları
geliyor, bir 10 saniye sonra kafamı kaldırıyorum ki, mert’in annesi, annesinin
arkadaşları, herkes orada, onlarla gözgöze geliyorum, başlıyorum ağlamaya,
onlar da ağlıyormuş zaten, önce o şoktan sıyrılıp kalkıp sevdiğime sarılıyorum
sımsıkı, kalıyoruz bir süre öyle, sonra yeşim ve deniz ablaya sarılıyorum, bir
on dakika sonra yavaş yavaş sakinleşiyor ortam, yerimize oturuyoruz, kafamı omzuna
koyuyorum, kalıyorum öyle bir süre. Herhalde ben burada uyuyakaldım falan, tuhaf bir
rüya gördüm böyle gümbürtü vardı baya, insanlar, alkışlar, ben ortada kalmışım o anda uyandım... Resmen öyle bir rüya görmüşüm gibi hissediyorum, öyle inanılmaz bir 15 dk geçirdim ki aklım
almıyor olanı biteni, onca gümbürtü, alkış, kıyamet… nasıl bir andı, ne oldu,
kime oldu, resmen hiç bir şey hatırlamadığımı fark ediyorum, şok dedikleri bu
olsa gerek…
Hayatımın en
güzel 2 senesini geçtim, en muhteşem gecesini yaşattı aşık olduğum adam bana o
gece… oradan çıkıp eve geçtiğimizde daha anca geliyordu her şey gözümün
önüne, konuşup konuşup güldük bütün gece.
-ilk benimle yaşlanmaya var mısın? Çok mu
komik oldu ya.
-ıııı…yooo… yok ya… kıskıskıskıskıs
-Salak oldum yemin ederim, öyle bakakaldım
sana, bi kafa sallama bi evetevetevetevet diye geveleme geldi. Hiç es vermeden
hıhıhıhıevetevetevet dediğimi hatırlıyorum sadece.
-Benim için delilikti hani bir daha yap desen
yapamam o kadar insanın içinde. Ama bilemedim işte bu gece baş başa kalınca mı
yapsam, orada mı yapsam, sonunda sabırsızlandım hemen vermek istedim yüzüğü
napıyım.
-İyi ki öyle yaptın, ben sevmem, tantana
istemem diyodum ama çok güzel oldu, çok çok güzel oldu, inanılmazdı.
-Vallaaa?
-Evet çok güzeldi, her şey harikaydı. Ben
seninle mi yaşlancam şimdi?
-hı hı…
-hani böyle memelerim dizlerime değincede
seveceksin beni öyle mi?
-hı hııı…
-ııııııııııı yalannnn..
-seni çok seviyorum, çok seviyorummm!!
Ve
şimdi bugüne gelirsek, gündemimiz, isteme, nişan nerede, nasıl, ne zaman
olacak, kimler gelecek, nasıl yapılacak..Korkuyor
muyum? Korku değilde, bir gerginlik yapıştı üzerime, bir yandan ailelerimizi
hiç kırmadan onlarında isteği doğrultusunda hareket etmek istiyoruz, e bazen
düşünceler uymuyor, bu sefer susuyoruz peki tamam onlar halletsinler diyerek,
bir taraftan içimize sinmiyor, diğer taraftan incinmesinler düşüncesi… Neyse
geçicek biliyorum. Güzel günler bunlar. Biz
biraz gerginiz, belki biraz sabırsız, belki gerek duymuyoruz bunca şeye ama
tabii aileler girince işin içine, adetidir, püsürüdür de uygulanmaya başlıyor
haliyle… Yoksa bana kalsa ben o gece, o teklifle, o yüzükle, o ciğerime
sokarcasına sarılmayla zaten evlendim sevdiğim adamla.
Yeni bir yol başındayız şimdi, işte, aşkta, hayatta…
Bundan 2 sene
önce, tertemiz bir sayfayı sevgilimihayatıma dahil
ettiğim gün açmıştım, bundan sonra yazacağım her kelimede içimden onun adını da
anmayı dileyerek…her anımda olsun, yazımda, kışımda, hayalimde, kalemimde…herşeyimde olsun istedim…Öyle de oldu…çoook kötü zamanlarımız
oldu, ne badireler atlattık diyemem, sıkıntılı zamanlarımızda oldu elbet ama
birbirimizi hep bir şekilde idare etmeyi bildik biz, çok yaralamadan, incitmeden atlatmaya çalıştık ne geldiyse önümüze…şimdi ise güzel şeyler oluyor, heyecanlandıran, korkutan, nasıl olacak
diye düşündüren ama her durumda gülümseten şeyler…İki insanın birbirini oldukları gibi, yürekten sevmesi ve bir o kadar da güvenmesi kadar güzel bir şey yok sanırım bu hayatta...Para pul, varlık, gelen, giden,vs...Olduğu gibi, tertemiz yaşanan bir aşktan ve güvenden daha kıymetli olamıyor hiç bir zaman....
Buraya
kadar bu yazıyı okudunuz mu?
Eğer okuyup hâlâ ucunu bucağını kaybetmediyseniz,
vallahi çok iyi bir okursunuz. Kısa cümleler kuramıyorum ben.Yazım işaretlerinden
en çok virgülü seviyorum. Bir de tırnak işaretini...
İnsanın kendi
kararlarını vererek yaşayabilmesi güzel şey. Belki de bu yüzden bunca zamana
kadar yaşadığım, güzel bir
hayattı. Pişman değilim. Düştüm kalktım, kavga ettim, sevdim, kaçtım, başardım,
kaybettim...
Ama çok eğlendim... Üstelik hepsi benim tercihimdi.
Hı
birde üç noktayı seviyorum…
Ve şimdi aşk’a dair, yada bize dair ne yazsam az artık,
yetersiz,
“çok” diyorum her şeye, çok seviyorum…çok aşığım…çok çok…
ama çok bilse ne kadar az kaldığını üzülürdü eminim…
Farklı bir şey işte, belki de bu yüzden yazmıyordum aylardır, yetmiyor söylediklerim, ne kendime, ne anlatmak istediklerime…O yüzden bu yazıyı burada sonlandırıyorum…
ama çok bilse ne kadar az kaldığını üzülürdü eminim…
Farklı bir şey işte, belki de bu yüzden yazmıyordum aylardır, yetmiyor söylediklerim, ne kendime, ne anlatmak istediklerime…O yüzden bu yazıyı burada sonlandırıyorum…
Mert'ime...
Ve şimdi neysem biraz sen...
Sevince hakikaten, farkında olmadan biraz da o oluyormuş her insan…
Seni tanıdığım güne, bizi onca fırsat ve ortak alan varken tam zamanında bir araya getiren kadere, hepsine şükürler olsun binlerce kez. Bir gün bile pişman olmadım seni bu denli çok sevdiğime, aksine aynı o şarkıda ki gibi, “Her günün akşamında…” daha bir çok sevdim… çok çok sevdim…
Sevildim de biliyorum, günün iki öğünü bıkmadan usanmadan sorsam da sana, yine de biliyorum işte...
Gülmekle ağlamak arasında incecik bir çizgi var adını andığım zaman hissettiklerimde… Gülüşün, kirpiklerin…Elimi tutuşun… Dudağının o köşesinde ki minik ben... Sarılışın, alnımdan öpüşün…
Dünyalara değişmeyeceğim adam…
Seni tanıdığım güne, bizi onca fırsat ve ortak alan varken tam zamanında bir araya getiren kadere, hepsine şükürler olsun binlerce kez. Bir gün bile pişman olmadım seni bu denli çok sevdiğime, aksine aynı o şarkıda ki gibi, “Her günün akşamında…” daha bir çok sevdim… çok çok sevdim…
Sevildim de biliyorum, günün iki öğünü bıkmadan usanmadan sorsam da sana, yine de biliyorum işte...
Gülmekle ağlamak arasında incecik bir çizgi var adını andığım zaman hissettiklerimde… Gülüşün, kirpiklerin…Elimi tutuşun… Dudağının o köşesinde ki minik ben... Sarılışın, alnımdan öpüşün…
Dünyalara değişmeyeceğim adam…
Sevdiğim adam…
İyi ki varsın…İyi ki seninim…
İyi ki biziz, başka türlü, çok eksik, çok yarım olurmuş...
Bazı şeyler değişmiyor işte, hızla değişen sokaklara, saçlara, insanlara rağmen, bir insanın yüreğiyse sevdiğin değişmiyor...
Teşekkür ederim böyle baktığın için...
Teşekkürler aklımda kaldığın için...
Karanlıktan korkmuyorum eskisi gibi,
Senin yanın en aydınlık, beyaz benim için...
İyi ki varsın…İyi ki seninim…
İyi ki biziz, başka türlü, çok eksik, çok yarım olurmuş...
Bazı şeyler değişmiyor işte, hızla değişen sokaklara, saçlara, insanlara rağmen, bir insanın yüreğiyse sevdiğin değişmiyor...
Teşekkür ederim böyle baktığın için...
Teşekkürler aklımda kaldığın için...
Karanlıktan korkmuyorum eskisi gibi,
Senin yanın en aydınlık, beyaz benim için...
Cuma
Bazen Susarsın...
Kadınlar ne ister? Ne bileyim ne ister, ben hala kendimi çözebilmiş değilim ki, yeryüzünde ki tüm benim gibi, bilinmeyeni oldukça fazla olan tuhaf cinslerin ne istediğini bileyim. Ama güzel filmler izlemeyi sevdiklerini biliyorum... Özellikle de içinde Mel Gibson varsa... :) Çocukken evlenecektim ben aslında onunla ama sonra işte, kader, kısmet... Olmadı, yaşlandı, alkolik falan oldu, vazgeçtim... :)
Önce "Açık Deniz" isimli bir film izledim, bir dalış ekibiyle beraber okyanusta dalmaya giden bir çiftin, ekip tarafından okyanus ortasında unutularak geçirdikleri yirmi dört saat anlatılıyor.Sonunu söyleyeyim mi? Yok neyse belki izlersin... :) ama ben gerile gerile bi hal oldum ve balıklardan bir kez daha nefret ettim. Manasız hayvanlar, korkuyorum kendilerinden. Şimdide "Kadınlar Ne İster"'i izliyorum. Tesadüfen başlayışına denk geldim, seviyorum bu adamın filmlerini ama özellikle "Cehennem Silahı" serisini, her birini sanırım en az 3-4 kez izlemişimdir. Bıkılmıyor. :)
Neyse başka şeylerden bahsedelim, yazasım tuttu işte öylesine....
Ne diyorduk? Güzel filmler izlemek keyiflidir mesela...
Sonraa...Benim gibi içkiyi çok nadir ve öylesine bir duble keyiflik içen biriysen, kırk yılda bir canın bira çektiğinde, hiç umudun olmamasına rağmen dolabı açtığın zaman, köşede saklanmış bir bira ve tezgahın üstünde bir tuzlu badem pakedini görmek o filmden, bu yazıdan, şu andan alınan keyfin tavan yapmasına sebep oluyormuş, bir biranın bana böyle hissettirebileceğini hiç düşünmezdim... Hava harika, dışarda yaz yağmuru, saat 20:30'a kadar evin işlerini halledip üzerimde pijamayla bir o koltukta, bir bu koltukta yayılıp durdum, 21:00 gibi bir duş alıp çıktım nasıl güzel bir yağmur yağıyordu, barakaya geçtim, teyze ve anneanne ile oturup sohbet ettim, bi kahve içtim, sonra sevgilim ve arkadaşlarıyla beraber bir saat kadar batak oynadım, eğlendim, 23:45 gibi eve geldim. Şu iş durumlarıyla ilgili çıkan pürüzlerden ve belki de ilişkimle ilgili ufak tefek sorunlardan dolayı biraz keyifsizim, canım hiçbir şey yapmak istemiyordu iki gündür ama bilmem iyiydim bugün....
Aslında “Aşk barbunya pilakisine benzer, çok yersen…” gibi aşk yorumları yapamam ben, yapsam da okur dediğim insanlar okumaz. Ama bu dünya üstünde, erkekler dört kadın alsın, biri de ben olayım! diyen birileri varken, ey aşk diye aşktan bahsetmek öyle zor ki. Şeytan diyor ver pilakinin tarifini!
Aşk, olmak istemeyeceğimiz kadar saçma, ağlak, acılı, sancılı,feda edilebilir, hatta bazen edilmesi gereken, yalan, dolan, hastalıklı bir his gibi gelebilir. Dünya üstünde zaman zaman böyle hissetmeyen tek bir kişi yok inanın. Ama aşkı kötüleyen, hatta inkar eden herkes bilir ki, güneş bulutların arkasına saklansa bile ordadır. Bir gün yerinden çıkıp, gözlerinin içine kimseyi umursamadan dolunca, ister kısarsın gözlerini, yada inatla açarak, kör olmayı bütün kalbinle isteyebilirsin. Fazla seçenek yoktur yani, benim bildiğim. Ya bakarsınız çıplak gözlerle ya da korursunuz kendinizi, sakınırsınız parlaklığından. Ama iki seçenek de aşkın varlığını inkar edemez.
Ve en açık görüşlü görünen insanlar bile bilir ki; aşk paylaşmaz!! Kıskancım sanırım, bu his sinirimi bozuyor... moralimi de... :) ama kontrol altına almaya çalışıyorum. Şimdilik başaramasam da çabalıyorum en azından. Yine de insanın kokusuna doyamadığı bir sevgilisinin olması güzel şey... Sanırım şu anda tek destek o... Şimdiki bu laçka halimin, tek neşesi, tek yüzümü güldüreni o... Çünkü buraya yazmaktan başka, tek kelime konuşasım yok. Birşeyler artık yoluna girsin, bir yerden düzgün gitsin bende yolumu görebileyim istiyorum. Ama bekledikçe sıkılıyorum, hayal kırıklığına uğradıkça hevesim kaçıyor. Bu yüzden bu aralar böyle bir enteresan haller. Düşünceli, kızgın, sakin, sessiz...
Belki yorgun hissettiğimden, belki ufak ufak şeylere fazla incindiğimden, belki fazla abarttığımı düşünüp kendimi bir şekilde kontrol altına tutmaya çalıştığımdan ötürü müdür bilinmez. Bu aralar bir şeyleri içime atıyorum. Susuyorum. Bana göre olmadığı halde yapıyorum hemde... Rahatsız ediyor... Ama bazen susarmış insan... Çok kırıldığından mı, çok yorulduğundan mı, sesine acıdığından mı, kelimelerine sarıldığından mı, sağır kulaklara konuşmak ağır geldiğinden midir bilmem. Ama susarmışsın bir gün. Konuşmak biraz da çocukluktandır. Bıcır bıcırdır çocukluk. Bizi aniden büyüten nedir bilmem ama gün gelir susarsın işte. Belki anlatmaya mecalin, anlamayana tahammülün kalmadığından. Ya da anlayan zannettiğinin balık gözlerini yakalamışsan en basit cümlende. Hayal kırıklığından falan... Susarsın...
Ta ki suskunluğun bir şey ifade edene kadar.
Ta ki konuştuklarını değil, sustuklarını merak edene kadar birileri...
Sustum işte bende. Bir nedenden ya da bir sürü nedenden dolayı. Sesim konuşmuyor benimle de. İçimdeki onca bağırış çağırışa rağmen…Öylesine, havadan, sudan, geyiğine belki... Ama dertleşmeye mecalim yok. Suskunluk duyulur mu acaba?
Ya da belki çok ses yapmışımdır dünyaya!
Bir sürü lak laktır evrene umarsızca dağıttığım!
Bir sürü lak laktır evrene umarsızca dağıttığım!
Kulaklarımı dinlendiriyorumdur sesimden!
Bilmiyorum işte… Bu gecelik böyle olsun. Gelirim yine fıkır fıkır. öptüm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...