Cumartesi

05:18...Stüdyo...

Ne düşünmeli, ne yapmalı hiç bilmiyorum… Saat 04:36, stüdyodayım, açtım bütün perdeleri, oturdum camın önüne, çayımı aldım karın yağışını izliyorum… Düşün düşün bir yere varamadım, zaten yeteri kadar yorgundum, bir de bu çıktı, halbuki uzaktan uzaktan severken güzelmiş…

Ne kadar zor birini tanımak, kendimi tanıtmak, ne istediğini anlamak ve ne istediğimi anlatmaya çalışmak… Unutmuşum, zor işlermiş, gittikçe daha çok yoruluyorum, halsizleşiyorum… Bir tarafım, çok istediğim, isteyerek başladığım, başlamak için aylarca beklediğim şu şeye sıkıca sarıl, sabret, cefasını çek sefasını sürersin diyor… Öbür tarafım yeter diyor, çok yoruldum, hep ben mi çabalamak zorundayım, kaç git, olmadı farzet, unut ve tabana kuvvet kaç… Zaten gücüm yok, hem bu ve bundan sonrasında yaşayabileceğim hayal kırıklıklarını düşününce yumruğumu sıkıp, gözlerimi sıkıca kapayarak kafamı yastığın altına gömmek ve vazgeçmek daha iyi gibi görünüyor bu aralar…

Ben mi beklemeliyim acaba hep bu pencerede, o telefonun başında… Nerede yanlış yapıyorum keşke bilebilseydim… Deveyi diken hesabımı sürekli bu işler, büyük ihtimal öyle, pek adil görünmese bile ancak öyle yürüyor sanırım… Saatlerdir düşünüyorum, hani o aleme ibret giden, şahit olduğum, “vay anasını” dedirten tüm o ilişkileri… Evet detaylı düşününce hepsinde bir deve var, karşılıklı, insanca olabileceğini düşünerek bunun için çaba sarf eden ve sonunda “pes…” diye kalarak ilişkilerimde hep “deve” olan da benim… Kabul yanlışım… Ey insanoğlu! Neden nankörsün!

Aslında çok erken bunları düşünmem için, söylemem için, isyan etmem için, bunalımlara girmem için vs vs vs… Ama malum karışık, büyük ve hızlı aşkların hatunuyum değil mi ben!!?... Birşeyler hissedemediğim biriyle bir ilişkiye başlamıyorum, başladıklarım ise mutlaka kuvvetli şeyler hissettiklerim oluyor, eh başladıktan sonra iki güzel söz, iki güzel bakış duyup görmeyeyim, zart bağlanıveriyorum… Sonra bir seviyorum naraları atıp onun bana gösterdiğinden kat kat fazlasını göstererek hissettiğim ne var ne yoksa önüne seriyorum da seriyorum… Vallahi bravo!! Halbuki yediğim kazıklardan sonra aldığım takdirnameler yüzünden oturamaz olmuştum!

Otur şimdi bağdaş kurup o sandalyeye, yerleş iyice, zor olacak ama dene… Dışarıya da bak, güzel kar yağıyor, tam hüzün havası… Aç bir de Yonca Lodi’den emaneti… Yak sigaranı, düşün dur… Beter ol!! Salak… Tam salak… Diyecek söz bulamıyorum duygu sana bazen, 1 sene önce yine böyle bitirmiştim bir yazımı, bok vardı! Oh cuk oturdu!
Bok var-dı!...

Not: Bu arada şu cep telefonunu icat eden zat’a sesleniyorum!! İlişkilerin bitme sebebisin kardeş sen! Allah belanı…
Yok sakinleşemicem… Canım yanıyor, göğüs kafesimden aşağı doğru çimciklenir gibi...

Yol sakindi...gök dingindi...
Ben huzurlu ve mutluydum,sanma!!
Aslında öfkem burnumda..!!!
Yolarla düşsem, şehri terk etsem,
Bağları çözsem, hiç düşünmeden...
Derdimi satsam, mutluluk alsam!
Bir rahat olsam,hiç yorulmasam...

Hiç yorum yok:

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...