Perşembe

Sen Ne Okuyorsun? =)

Yine bir arabesklik yapıştı ki üzerime, her zaman ki gibi keyfini çıkarmaya çalışıyorum... Yatakta oturdum, sarkıttım ayaklarımı aşağı, media player'da
"Dertler benim olsun..." çalıyor... Çok yaşasın Orhan baba!
Ne kadar avrupa özentisi "modernim ben"! ayaklarında takılıp da, arabesk dinleyenlere "hıy kro!" diyen adam varsa, hepsinin en az 3 Orhan Gencebay şarkısını ezbere bildiğine adım gibi eminim, bu şarkılar bilinmez mi? Dinlenmez mi... Çok ayıp...

Bir zamanlar benim sevgilimdinnnn,
Yanımdayken bile hasretimdin...
Şimdi başka bir aşk buldun,
Mutluluk seninnn olsuuun...
Dırı dırı dım...


Sözlere bak...

Neyse, canım hormonlarım kendine geldi şükür...
Yarın bankaya olan borcumun bir kısmını daha ödeyip bir miktar
nefes alacağım buna da şükür...
Stüdyo işimin son bulmasına en fazla 1-2 ay kaldı,
Etiketlerin ve kayıtların tamamlandığı haberini aldım bugün oh şükür..
Son artık şu albüm de çıksın, haber ve reklamlarımı yapayım pırr...
(En çok buna sevindim sanırım, yeni bir iş istiyorum!!)
Eh evde bir problem yok, babam nargilesini almış,
akşamları balkonda sarmaş dolaş oturuyor falan... iyi yani...
Tabii ki bir de 4 aydır anlattığım, dillere destan,
bi bi bitaaanecik! çilekli milkshake'imi unutmamalıyım değil mi?
Ara sıra bitip tükenmek bilmeyen uykusuyla beni çıldırtıyor olsa da,
şükür şükür şükür ki fena halde bi lokmada yutasım var kendilerini... =)
Anlayacağın keyfim yerinde, geçen gece ki hal neydi öyle...
Ara sıra bende evlerden ırak duruma geliyorum...
Geçti allahtan...

Asıl konuma geleyim, bugünlerde öyle zor bir soru var ki hayatımda, tek derdim bu oldu herhalde, aslında tamamen benimle ilgili olmasına rağmen cevabım yok.
Bülbüldüm dut yedirdiler!
Soru şu “Sen ne yazarsın?”...

Bu soruyu sorana vaktimi harcamayıp, kısa ve net cevaplar vermek istiyorum aslında. Hatta tek kelime. Ama o kelimeyi bulamıyorum bir türlü.
Bazen buluyorum bir kelime ama söylenmiyor öyle rahat rahat...

Herşeyi yazarım yeterli açıklama olmuyor. “Ama ne?” Bu ısrar beni bitiriyor işte!

“Yok” cevabına “nasıl yok” denmesi gibi geliyor bu soru bana.

-Bak Şöyle mesela; hani kafanın içinde olması gereken gibi "yok"! diyesim geliyor.

Kafam neye bozulursa yazarım ben, keyfimi ne yerine getirirse de yazarım, canımı kim sıkarsa yazarım, kim mutlu ederse onu da yazarım...

Bu aşk olur, ülkede olup bitenlerle alakalı olur, kadın-erkek ilişkileri ile ilgili olur, herhangi bir anıdan esinlenip, onu bambaşka bir şeye bağlayıp hayal gücümü işin içine kattığım kısa hikayeler olur... vs...
Herşeyi yazarım işte, özellikle üzerinde yoğunlaştığım bir konu yok...

Ama bu aralar ne zaman yazı yazmak için şu boş belgeyi açsam, ilk yazmak istediğim konu aşk oluyor... Ne yapayım? Dünya üzerinde daha güzel bir his var mı?

Hele ki aşk'ın ilk halleri...
Ne zaman düşünsem muzur muzur bi sırıtma yayılıyor suratıma,
Geçen gün apartmanın kapısında taksi bekliyordum. Yan apartmanın önünde beyaz bir araba durdu. İçinde hoş sayılabilecek, esmer bir delikanlı var.
Cep telefonunu çıkardı. Bir numara çevirdi. Konuşmadan kapattı. Birkaç dakika sonra, apartmanın kapısı açıldı. Dışarıya uzun boylu, genç, kumral bir kız çıktı.
Parfümünün kokusu bana ulaştı. Makyajı biraz abartılıydı. İkinci veya üçüncü buluşmaları olduğunu düşündüm.

Delikanlı kafasını çevirip, bahçeden ona doğru yürüyen kıza baktı ve gülümsedi.
Kız, delikanlıya bakıp elini kaldırdı, merhaba der gibi ve o da gülümsedi.
Delikanlı dönüp radyonun kanalını değiştirdi. Kız, delikanlının görüş alanından çıkıp, arabanın arkasından dolaşıp, sağ kapıya doğru dönüyordu. Tam o sırada yüzünde garip bir gülümseme belirdi, hani heyecan ve yatışmaya çalışmak arasındayken bir türlü tutulamayıp beliriveren o gülümseme işte... =)
Kız kapıya yaklaştı, zor bela, burnunu kaşır gibi yaparak yüzündeki o garip gülümsemeyi sildi. Kapıyı açtı ve arabaya bindi. O an göz göze geldik. Kendini yakalanmış hissettiğini biliyorum, bende evden aynı sırıtmayla çıkıp, apt kapısının önünde kafamı yukarı kaldırdığım an o sırıtış ile babama pencerede yakalanıyorum da... Her defasında niye yukarı bakıyorsam... Utanç verici oluyor..=)
Neyse gülümsedim kıza, o da bana, sonra gözden kayboldular zaten...

O kızın kaç saat önceden hazırlanmaya başladığını tahmin ediyoruzdur.
Eminim yatağının üzerinde askısıyla fırlatılmış kıyafetler vardır. Makyaj masası dağılmış, takıları kutularından çıkmıştır. Ve hiç biri toplanmamıştır... =) Herkese çok yakın ve tanıdık gelen bu resim, aslında aşkın tablosu gibi.

Aşk, henüz gelmeden bile insanı bu hale sokuyor. Aşık olma ihtimali, insanı mutlu kılıyor. Ellerimin titremesinden pastaya mum dikemediğim günleri hatırlıyorum, artı olarak o günlerden ve yaşattığı heyecandan hala kurtulabilmiş değilim, ne zaman geliyorum dese hala mideme sancılar giriyor... Tüm sinir sistemim bana savaş açmış şekilde hareket ediyorlar... Yol boyunca bunları düşündüm. Sonra farkettim ki bende gülümsüyorum, sırf kendime, kendi aşkıma değil, dışarıda seven, sevmeyi bilen birilerinin olduğunu bilmek bile mutlu ediyor insanı.
Ve biliyorum ki ne kadar çok insan aşkla tanışırsa,
bu dünya o kadar güzel bir yer olacak...

Benim yazılarım da böyle işte, oradan oraya atlarım, bir satır önce gülümserken,
bir satır sonra kaşlarını çatabilirsin. Ortaya karışık yazıyorum...
Ruhum öyle çünkü...

Hüzünlendirmeden gülümsetmem, gülümsetmeden hüzünlendirmem.
Yapanı alkışlıyorum ama ben istesem de yapamam.

Başıma tuhaf şeyler gelir.
Nasıl oluyorsa komik olur o tuhaflık içine girip de farklı bir pencereden bakınca.
Etrafı izlerken bir çifte takılırım, bir kişiye, bir çocuğa, hayvana bile olabilir, izlerim onu o gözden kaybolana kadar. Yada herhangi günlük, öylesine bir konuşma yaparken bir söz çeker dikkatimi, hafızama kazınır, çeker alırım o sözü oradan ve o sözden yola çıkarım. Haber izlerim ondan...
Anlayacağın, hayat karar veriyor benim ne yazacağıma,
benim bir seçeneğim olmuyor çoğu zaman...

Ne mi yazıyorum? Kendimi galiba.
Biraz gerçeğimi, biraz hayallerimi, biraz kızgınlıklarımı, biraz hüznümü, biraz mutluluklarımı, biraz aşk, biraz nefret, biraz kafama taktığım güncel olaylar, ucundan politik, öbür ucundan felsefik, ortada umut...

Biraz gülümseten, biraz hüzünlendiren...

Hayat gibi. Herkes gibi...

Bir teeeeeselli ver,
Bir teeeeeselli ver,
Yarattığın mecnunaaaa,
Bir teselli ver...
Sevenin halinden, sevenler anlar,
Gel gör şu halimi,
Bir teselli ver...

Heyt be... =)
Öhöhöhöm...

“Ne yazıyorsun?”... Bilmem, ne yazıyorum?

Ortaya karışık işte...

Sen ne okuyorsun?...

Hiç yorum yok:

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...