Çarşamba

Biri Gelir Ve Herşeyi Değiştirir...

Sıkıştırılmış bir hayat yaşadım bugüne kadar, hani 22 sene, valla bir şey değil…
Kim bilir daha neler yaşayacağız… Her türlü duygunun üzerimden gelip geçtiğine inandığım zamanlar oldu. İtiraz edenler çıktı mutlaka, “Demek ki sen bunları yaşasan…” diye başlayan cümleler. “Bunları da yaşadın mı?..” diyerek son bulan kelimeler.
Kendime ve hayata haksızlık ettiğim bile ileri sürüldü…
Doğruydu belki ama yine de acının tek merkez olma gücünü hatırlatmadan geçemedim…
Yine birini anlatacağım, sesli olarak değil yine yazıyla, neden yazıyorum bilmiyorum aslında, biri sürekli kulağıma bir şeyler fısıldıyor gibi… Hele ki kendiminkine benzer hayatlar gördüğümde… Yazmazsam olmayacakmış gibi sanki…

Bize kocaman kitaplar yazmışlar, sonunu bilmediğimiz kaderler… Şimdi bir de ben yazacağım birine, umud etmek bedava ya… Daha da güzel olsun her şey diye…

Bana kendini anlat demedim ona, bir şey de sormadım, anlattığı kadarını bileyim, bilmemi istemedikleri onda kalsın istedim… O nasıl istiyorsa öyle tanıyayım onu, o da beni…
Değişmek ister ya herkes bazen, pişman olduğu ne varsa silerek, 0’dan yaşamak ister her şeyi… Baştan başlamak için fırsat olsun hepsine diye… 0’dan olsun…
Nasıl istiyorsan öyle olsun dilerim…

Saat 01.00 civarı, etrafımızda birkaç masa dolu, kendi aralarında sohbet ediyorlar, biri var karşımda oturan, şu dünyada, iki dağ arasında, kıyı da, köşe de kalmış kadar tertemiz, öyle açık yürekli… Bıcır bıcır konuşuyor, anlattıkça anlatıyor, sessizce, tüm anlattıklarını hafızama kazır gibi dinliyorum onu, bazen merakıma yenik düşüp sorular soruyorum ama susmam gerek biliyorum. Biri sana yüreğini bu kadar dürüstçe açmışken susman gerekir, susup dinlemen, bölmemen, akışına bırakman gerekir… Dinlemek, tanımak istiyorum sadece… Güvenmek istiyorum ve o güvenilebilecek nadir insanlardan hissediyorum… Ne yaşamış olursa olsun, öyle tertemiz bakıyor ki gözleri, her insan gibi o da herhangi biri tarafından karşılıksız, çıkarsız sevilmek istiyor sanki, yeniden güvenmek ve canının yanmayacağına emin olmak...Yada gözleri öyle diyor, “sev beni..” diye bakıyor. Memnuniyetle diyorum içimden… Keyifle…Zevkle… Severim hem de çok… O şimdilik bilmiyor ya bunu neyse...

Ailelerden konuşuyoruz bir süre, benzer değil yaşananlar ama çocukluk ve ergenlik dönemimize denk gelen yaşlarda yaşatılan şeylerin adı travma, iyi sıyrılmışız diye düşünüyorum.
Kendilerine sorsak fedakar olduklarını iddia edebilecek anne babaların, yaşanmamış yada bizim için yaşamaktan vazgeçtiklerini söyleyecekleri hayatlarının bedellerini ödemekten yorgun düşmüş çocuklarız biz… Aile içi sorunlardan, sıkıntılardan ölümden dönüyor o gülerken yanakları pembeleşen çocuk…

Babamla her konuştuğumuzda kardeşim “abi beni sordu mu?” diye sorar, heyecanlanır, bende “sordu bitanem..” derim. Ama sormaz… Sevmez babam kız çocuk, tuhaf… diyor.
İçtiğim su boğazımda kalıyor, gözlerim doluyor, küçük bir boğulma tehlikesi atlattım ama görmedi, hem gözyaşımı tutayım, hem yutkunabileyim diye uğraşmak ilk defa bu kadar zordu… Şimdi bile aynı his, genç olmaya yeni yeni adım atmış bir kız çocuğunun babasından haber almayı heyecanla beklemesi içtiğim suyun boğazımda kalmasına sebep oluyor… Halbuki öyle eğlenceli, öyle fırlama ki insanın gıdığını,yanaklarını mıncır mıncır edip sarıp saklayası gelirken, onun yüreğinin aslında hayatında ki ilk aşk’ı olan erkek tarafından bu kadar incitilmiş olduğunu bilmek içimi eziyor da eziyor… Neyse ki babasının yerini doldurabileceği, en ufacık bir sorunda sığınabileceği ve onu canından daha çok seven başka bir erkeğe sahip…
Allah baba hesaplamadan iş yapmıyor bir kez daha inanıyorum…

Aşık oluyor o sıralar, dolu dolu da yaşıyor, çok sevmiş, zamanın da sevilmiştir de eminim ama bitmiş o aşk, karşı tarafın sunduğu anlam verilemeyen sebeplerden ötürü. Elinde olmadan… Çok uğraşmış geri döndürebilmek için ama bazen ne kadar çırpınırsan çırpın olmaz ya… Olmamış… Öyle bir anlatışı var ki onu bana, yüreğimi liğme liğme etse de anlattıkları kadınsı içgüdülerim ağır basıyor ara sıra… Bir üzülüyorum gözlerim doluyor, bir kızıyorum onu nasıl bu şekilde üzebilirler, nasıl “git..” diyebilirler diye, bir de kıskanıyorum birazcık… Hayatıma girmek isteyen, karşıma çıkan, yada hayatımdan gitmiş olan hiç kimse neden beni böylesine yürekten, böyle bir bağlılık ile sevmedi, neden kaybetmemek için hiç böyle çaba sarf etmedi diye… Kıskançlığım hemcinsime değil yani, karşımdaki sevginin gücüne…
Sonra buluyorum kendime sorduğum sorunun cevabını ve cebime atıyorum her zaman ki gibi, ben değişmeden değişmeyecek…

Aklımdan bunlar geçerken o devam ediyor, “O kadar çok sevdim ki, taptım ya ama göremedim kendimi ne duruma düşürdüğümü…” telefonundan bir mesaj gösteriyor o sıra, kısa bir süre beraber olduğu ve ayrıldığı başka bir hanımefendi şu sıralar başına musallat…
“şimdi şimdi görüyorum…Bende böyleymişim…” diyor…
“Aynen öyle…” diyorum, gülüyoruz… Tecrübe her şeydir…

Öyle bir şehir de, hatta öyle bir ülke de yaşıyoruz ki, “hayatımı yazsam roman olur…” lafı eminim bu ülkeden daha çok hiçbir yerde kullanılmıyordur…Bazılarımızın hayatı da böyle işte, darmadağınık, yarım yamalak…

Ne kadar öfke dolu, ne kadar incinmiş olursa olsun, yaşadığı hayal kırıklıklarından sonra, inançlarını ve güven duygusunu kaybetmiş bir çocuk vardı o gece karşımda 15 yaşlarında falan öyle masum…
Bir de tüm bu yaşananlara rağmen ailesinin başında, kardeşine kol kanat germiş, dimdik ve sapasağlam duran, 35 yaşlarında koca bir adam, öyle de güçlü…
Bunları anlatırken ara sıra kaçırdığı gözleri, pembeleşen yanakları ve bir türlü dökemediği gözyaşlarıyla yüreğimi buruş buruş etti desem yeri…

İnançlarımdan çok şey değişti zaman içinde, korkularımın yersizliğini, senelerce sırtımda sürüklediğim toplumsal yüklerin gereksizliğini fark ettim… Çok ağır geldi önce, neyse ki sel gitti, kum kaldı… Kalan bir avuç kumsa, bugün görüyorum ki, aidiyet inancım ve kendime olan saygımmış…
Evdeki huzursuzluktan kaçarak anneannesinin kucağında şefkati arayan bir kız çocuğuyum ben hala… Uç düşüncelerim ve bazen esip gelen inançsızlığıma rağmen sabah ezanlarında günlerimize iyilikler yerleşsin diye dua eden 10 yaşlarında bir kız çocuğu diyelim…
Benzer hayatları karşımda gördüğümde içimi tırmalayan, onu, bu yaşadıklarının ne kadar yaraladığını bilmekti… Anlıyor olmaktı…

“Ben onlar gibi olamam, onların bize yaşattıklarını çocuklarıma yaşatamam, çünkü o çocuk sonra senin için neler hissediyor biliyorum…” dedi konuşmanın bir yerinde… Çok da güzel söyledi…

Dilerim bizden sonra ki nesil, bizim çocuklarımız bir gün dışarıdan bu tarz konular duyduklarında “inanamadım bir anne baba çocuğuna nasıl böyle şeyler yaşatır, anlayamıyorum…” diye düşünebilecek kadar sağlıklı yetişirler… En azından biz yaşayanlar onlara bunları yaşatmayacağız, eminim ve içim bir nebze olsun rahat…

Uzun zaman olmuş yazmayalı, iyi konuştuğum söylense bile sanırım kendimi en iyi yazarak ifade edebiliyorum, rahatladım…

Bana yaranı göster, Bende benimkini göstereyim,
Hangimizden daha çok kan gitti,
Ne oldu bitti önemi yok… Yaralıymışız ya, sararız…

Hiç yorum yok:

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...