Cuma

Biraz

Odamda yerde yatıyorum. Bugünlerde gözüme nereyi kestirsem oraya yatıveriyorum.
Yere yatınca iyi geliyor bana, neden bilmiyorum. Çocukken masanın altına saklanarak oynamanın eğlencesi gibi bir şey belki de aradığım...
Belki de anneannemi arıyorum yeniden, hani o etrafımda pervane olan, ortadan iki dakika kaybolsam tırım tırım beni arayan, bulunca etrafından ayrılmayayım diye üzerinde sarı "hobby" yazan, mor paketli, hayatımın en güzel çikolatasını elime tutuşturan, mavişim, boncuğum diye sevmeleriyle onsuz yapamadığım, bensiz yapamayan, Anadolu yakasına taşınana dek yanından bir dakika ayrılmadığım, elleri hamur kokan o anneanemi ve onunla geçen o 10 seneyi arıyorum...
Karnım ağrır, üşütürüm diye yerden yuvarlaya yuvarlaya yada çikolatalarla kaldırırdı beni. Gidip bir süre anneannemde kalsam iyi olacak sanırım, özledim... Halının ortasına serilirim, o söylenir, ben gülerim, sonra yastık atar kafama falan...Güzel günler oluyor...

Neyse yere yattım yine. Kitap okuyordum. Yan dönmüştüm ve elimde ki kitabın o sayfasını neden ve ne zaman kıvırdığımı düşünüyordum. Belki bir yazıma konu olsun diye kullanmak için kıvırmıştım. Belki sadece çok sevmiştim...

Ben odanın halısının üzerinde elimde kitap bir o yana, bir bu yana dönerek bunları düşünürken içimde bi sıkıntı... Sebep... sebep... Bu sefer sebep düşünüyorum... Biriyle tartıştım mı son zamanlarda? Tartışma değilde, restleştim... Ama yok buna sıkılmıyorum, hatta umurumda bile değil sanırım. Sinirimi bozmam gereken o kadar çok şey varken... E peki birşey mi unuttum?... Ha evet, saat sabahın 4'ü olurken "sevgilim!" ile bugün, bu saate kadar -ki tahmini şu sıralar yirmi altı saat olmak üzere, hiç konuşmadığımızı farkediyorum yeniden...Halbuki bu sefer kızmıcam, üzülmücem, kafama takmıcam, başka şeylerle oyalan, düşünme diyerek şu saate kadar bir nebze olsun kendi kendimi idare edebilen bendim... Ama kalabalıkken bile yalnız hissetmek fena şey, sinir yapıyor bünyede, kırgınlık yaratıyor... Daha pek çok semptom mevcut...

İlişkilerde taktik, oyun, kaç kovalan durumlarına şiddetle karşı olup herşeyi "insan!" gibi doğal akışında ve tamamen "içinden nasıl geliyorsa öyle yaşa..." mantığına uygun yaşamaya çalışıp, bu fikri sonuna kadar doğru bulurken, şimdi aklıma gelenler...
İçimdeki o diğer hatundan bazen korkuyorum, neler neler soktu aklıma..!!
Tabii ki ben yine doğru bildiğimden şaşmayacağım, o zaman ben olamam ayrıca içimdeki yazarı tetikleyen bu hüzünden hoşlanıyorum...
Ağlayan bir kadın resmi yaptım yazıya başlamadan önce,
suskun kalıyorum ya kırgınlığıma rağmen, bir resim, bir yazı,
sonra ne yaparım bilmiyorum, kesmiyor...
Ama kadının neden ağladığını bulamadım...
Normalde kara kalem de yaptığım insan portlerini beğenmezken ilk defa bunu sevdim, belki hiç kurgulamadan, elimdeki kalem beni ne yöne götürdüyse hiç itiraz etmeden ona uymamdandır, çoğu zaman kontrolcü olmaya çalışıyorum yazıda da, resimde de, vazgeçsem iyi olacak... Herneyse, ne güzel dedi bugün Günseli Kato, biraz mazoşistlik sanatçı ruhu taşıyan herkeste vardır diye... Sanırım doğru...
Diğer "duygu"yu ve söylediklerini pek onaylamasam bile hissettiklerinin sadece sevgisinden gelen bir çözüm arayışı olduğunu biliyorum, değerli olduğunu hissetmek güzel şeydir... Hissetmek istiyorum... Çünkü birşeyi, misal öğrenme isteğini, sevgini, verdiğin değeri sözcüklerle ifade ederken davranışlarınla da desteklemiyorsan o sadece laftan ibarettir...

Çok yoruluyorum bazen... Abartıyor olabilirim hatta iki kelime güzel söz duyduğum zaman "nasıl düşündüm bunca şey de kendi kendimi yedim o kadar." diyerek bunları yazdığım için kendime kızıyor da olabilirim ama... neyse hep bir ama işte...

Herşeyden biraz kalır diyor birileri,
Kavanozda biraz kahve,
Kutuda biraz ekmek..
İnsanda biraz acı...

Resimde ağlattığım o kadının başından kalktım, kendime bu yazıyı yazdım.
Nasılsa herşeyden "biraz" kalacak sonunda...

Hiç yorum yok:

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...