Cumartesi

S.O.S

Kanatları kırılmış bir peri kızı dövmesi var sağ omuzumda, oturmuş ağlıyor...

Ne kadar çok yara aldı, nasıl da hırpalandı... Çok uzun zaman, üst üste, defalarca...
İnsanlara laf anlatmaktan usandım...
Haketmediğimi düşündüm hep yaşananları, yaşatılanları ama hakettim belki de,
çünkü izin verdim hırpalamalarına... Göz göre göre, yaralayacaklarını bile bile kaldım, gitmedim... Cesaret mi? değil.. Cesaretsizlik... Kalabilmem değil, gidememem cesaretsizliktendi, ne kadar da aptalcaymış... 22 yaşındayım daha ne kadar başı değil mi?
50 senelik ömrümde senin yaşadıklarını yaşasam dolu dolu 50 senem geçerdi, sen bunları 22 seneye nasıl, hangi ara sığdırdın da bir de üstesinden geldin diyorlar... Bilmiyorum... Alışınca hiç de katlanmak gibi gelmiyor aslında, hayat zaten öyleymiş gibi hissediyor insan, çektiğin bir şey yok yani, durum zaten hep böyleydi...

Aslında bir anıma bakıyordu herşey, fişi çekebilir, arkamı dönüp gidebilir, "yeter kardeşim!" diye yumruğumu masaya vurup ortalıktan yok olabilirdim.... Yaşadıklarımın hiç birine pişman değilim, bir sürü hayat var gözümün önünde, nerelerden nerelere sürüklenen, aslında olmaması gereken yerlerde olan bir sürü insan... Zamanı geldiğinde hepsini tek tek yazacağım, onlar şimdiden sabırsızlansa da herkes kafamda hikayesi oluşup, oturduğu an burada yerini alacak...
Ne diyordum?
Kalmak da elimdeydi aslında gitmek de... Ama ben hep kaldım, öylece, şapşal gibi kalakaldım her defasında... Hala farklı değil aslında, duruyorum olduğum yerde, saçma sapan şu düzenle, bana biçilmiş, biçilmek istenen, benim için hayal edilen rollerle boğuşmaya çalışıyorum... Kendim seçtim hepsini? Mutlu muyum yaşadıklarımdan? Hayır... Pişman mıyım peki? Ona da hayır... O kadar çok şey öğretti ki o yaşanılanlar, pişman olduğumu söylersem haksızlık etmiş olurum kendime... Ama suçlu muyum diye soracak olursam... Suçluyum kabul, mutsuz olduğum her ortamdan arkamı dönüp gitmeyi beceremedim bir türlü ama artık öğrendim... Yıkık dökük içimde birşeyler, enkaz gibi hissediyorum bazen, istediğim hiç birşey yok aslında, dokunmasalar bana, hiç birşey sormasalar, o lanet telefonlarım çalmasa, kimse bana ulaşamasa, bulamasa beni ve ben bi yerde, belki çok yakın, belki çok uzak ama kimsenin bana ulaşamayacağı bi yerde yorganın altından günlerce çıkmasam...Biraz yalnızlığa, biraz uzaklığa herkesin bazen ihtiyacı oluyor...
Duydum!
Ne mi var?
Nankör müyüm?
Ne?! Deli mi?
Daha ne mi istiyorum? Allahtan belamı mı??!
Belki de olabilir... Buna dair söylentiler var...
Hayatımda ne mi var??
Oooo...bende neler yok ki... Umut...Aşk...Sevinç...Mutluluk...Hiç biri yok?!

Dudak kenarlarımın biri sağda, biri solda, konuşuyorum... Geyik işte, makara... Gülüyor karşımdakiler, gülüyorum... Ne kadar kalender bir insanım ben, dünya benim valla hiç bir derdim yok...

İnanmayı çok isterdim somut birşeylere, birilerine... Gel gör ki yok... Somut birileri, birşeyler... İnsanlar birbirlerinden menfaat beklemeden birbirlerine yaklaşmayı, birbirlerini sevmeyi unutalı ne kadar uzun zaman olmuş, bu muydu o kadar özendiğim o büyümek...

İlkokuldayım, 1.sınıf galiba... Bir de Merthan var, o da 5. sınıfta, aynı servisteyiz, bembeyaz yüzlü pembe pembe yanaklı, güzel gülüşlü, uzun boylu bir çocuk.. O sibel diye bir kıza aşık, ben ona..Bütün yolculuk boyunca evlerimize bırakılana kadar sibel aşağı, sibel yukarı onu dinliyoruz... Birine kızdığı zaman habire tükürüyor ona pislik! Sibel Merthan'ın oturduğu mahalleden bir kız, Merthan arkadaşlarına tükürdüğü için sevmiyor onu, yüz vermiyor hiç...Oh olsun!
Ama çok kızıyorum ben sabah akşam Sibel'i anlatmasına... Bir fikir geliyor aklıma, Dicle diye bir arkadaşım var, diyorum ki;
-Merthan sibel diye bir kızı seviyormuş ya!
-Evet noollmmuş..
-Gel biz buna Sibel'den diyerek bir mektup yazalım aşk mektubu..?! Nasıl?!
Manyak mısın sen be?! diyerek dizime bir tekme atıyor, aynı anda bende ona...
Aptal kız! Kemiğime geldi...Ufff..! Çok acıdı be..!!
Neyse kovalamaç oynucakmışız gidiyorum ben... Yine o murat denilen manyak çocuk kovalıyor beni, bi dövücem bi gün şunu deli mi ne??!!
Ne zaman kovalamaç oynasak tazmanya canavarı gibi peşime düşüyor...!
Bütün ders düşünüyorum ne yazarım, nasıl yazarım diye... Derste roma rakamları öğretiliyor, neyse boşver zaten şunları bi ezberliyemiyorum...
Eve geldim, saat akşamın 8'i... Çalışan anne, babaların çocukları için özel pansiyonlu bir okul burası, sabah 8'den akşam 8'e kadar... Öyle sıkıcı ki...
Eve gelir gelmez Dicle'yi arıyorum,
-Yazıyor muyuz?!
-Öğretmen birşey demesin?
-Öğretmen nereden duyacak aptal!
-İyi yazalım.. Nasıl yazıcaz, ne diycez!!?
Bunlar bizden büyükler ama öyle büyük görüyorum ki ben onları 5. sınıftalar ya... Abi, abla...
Göya sibel yarın Merthan'ı okul çıkışı arabasının içinde bekliyor olacak.. Bak...bak...bak..
Nasıl bir hayalgücüyse...5.sınıfa giden kız, arabasıyla gelip sevgilisini ilkokulun önünde bekleyecek...pes...

Neyse 3 arkadaşız biz, Tülay, Dicle, Ben... En safımız Tülay... Sabah okula geliyoruz, Dicle bir heyecanla okuyor mektubu,
-Süper!! Süper!!
-Hemen bunu Tülay'a verelim o götürsün, başkası yapmaz!
-Ya tülay'da yapmazsa?
-O zaman döveriz onu!
-Tamam, hadi söyleyelim...

2. tenefüs Tülay gidiyor, Merthan'a mektubu veriyor. Tenefüs bitiyor biz derse giriyoruz. Öğretmen beni, dicle'yi ve tülay'ı yanına çağırıyor...

-5.sınıflardan Merthan adlı arkadaşınıza kim verdi bu mektubu?
-Ben verdim öğretmenim (Tülay)
-Neden?
-Duygu ile Dicle istedi öğretmenim...
-Kim yazdı bu mektubu?
-Duygu yazdı öğretmenim (Dicle)

Bende o ana kadar ses yok, şok olmuş durumda bir dicle'ye bir tülay'a bakıyorum... Nasıl da sattılar beni..! Eh ben size gösteririm..!!

-Sen mi yazdın bu mektubu duygu?
-Evet öğretmenim
-Neden?
-İşte?
-Ne demek işte?
-İşte demek
-Peki mektubun üzerinde ki bu adres kimin?
-Hangi adres?
-Bu, Menekşe caddesi, papatya sokak, çiçek apartmanı....
-Bilmiyorum öğretmenim
-Peki bu numara kimin?
-Bilmiyoru...

Elinin tersiyle bir tokat patlıyor ki suratımda, tahtaya çarptım ama az daha sıksaydı tahtayı delip geçebilirdim büyük ihtimal...
Ağlamıyorum.
Geçip yerime oturuyorum.
Servise biniyorum, Merthan geliyor... Kimbilir neler olacak?!
Beni görüyor...
ufff...yanıma geliyor...
Tükürmeye başlıyor pislik! Lama kılıklı şey! Sinirleniyorum ama ne zaman duracak!!
Beslenmemi geçiriyorum kafasına, gidip yerine oturuyor...
Ağlamaya başlıyorum bu sefer, artık yeter!
Servis şöförü elimden tutuyor beni tuvalete götürüyor,
-Evdekiler seni böyle ağlamış görmesin, çok ayıp, kocaman kızsın sen, gir elini yüzünü yıka bekliyorum ben.
- Tamam...

Elimi yüzümü yıkıyorum ama ağlamam durmuyor bir türlü, o sırada tuvalete iki kız geliyor, bir yandan sohbet edip, bir yandan saçlarını düzeltiyor, topluyorlar...

Ah bende bir büyüsemde saçlarımı kendim toplayabilsem....Hem büyürsem o bana vuran öğretmenide, Merthan'ı da dövebilirim!!...
O an bunları düşündüm, dün gibi gözümün önünde o resim, muslukların önünde ki fayanslara oturuyorum, saçlarını toplayıp, kıvırdıkları eteklerini aşağı indirişlerini izlerken...Büyüsem diyorum... Bir an önce büyüsem de kendi saçımı kendim toplasam, zaten nefret ediyorum kafamdaki şu beyaz, fiyonk, kuş yuvası, uzay mekiği karışımı tuhaf tokadan...

Büyüdüm... Artık saçımı istesem bile başkası ne tarıyor...ne topluyor...
Kırıldım...Eksildim... Parçalarımı kaybettim...
Eski cesaretim yok artık, eskiden hoşlandım mı...sevdim mi dan diye çıkar karşısına söylerdim, ister kabul etsin, ister etmesin... Hiç ters bi durumla karşılaşmadım, hatta hep umduğumdan daha iyisi oldu ama artık yapamıyorum... Belki de hep ben yaptığım içindir, şu şeytanın bacağını bu sefer kıracağım ama sanırım uzun süre beklemem gerekecek... Bu sefer de biri bana gelsin...

Ama geriye dönersek Hepsi mi fos çıkar be kardeşim!? Bir insan hiç mi istediğini, aradığını bulamaz? Herkes mi yarı yolda bırakır insanı? Hepsi mi giderken aynı kelimeleri söyler sana... Ne tuhaf...
Valla ben o depresiflerden değilim...değildim..sonradan oldum...
Gerçek birşeylere inanmak istiyorum, kendi gerçeğimi kendim yaratıp sonra ona sarılmak, onunla yaşamak, tek başıma birşeyleri yürütmekten yoruldum...
Sürekli sorgulamaktan usandım...

Öfkeyi, nefreti, kırgınlığı, kızgınlığımızı gösterirken bu kadar cömertiz de iş sevgimizi göstermeye gelince neden bencilleşiyoruz...??! Şöyle delikanlı gibi sevecek, gösterecek, söyleyebilecek biri yok mudur dünya üzerinde?!!

Sevilmeye ölesiye ihtiyacım var.
Ya sevmeye halim? Yok!
Bir dolu sözüm var.
Sözüm ona, kurallarım var.
Hepsi yalan....
Sığınacak bir kucak, benim için çarpan bir kalp tüm ihtiyacım.
Özledim... Çok özledim de... Bulamıyorum neyi özledim...

O kadar uzakta ki her şey, o kadar sinmiyor ki içime, o kadar kopuk ki, neyi özlediğimi bile unuttum...
Bu dünyanın prensiplerinden, tükenmez iştahından, samimiyetsizliğinden, iki yüzlü insanlarından bıktım. Ne kadar çok şey öğrettiniz, ne kadar kötü şeyler gösterdiniz bana daha bu yaşımda... Koskoca kadınlarla bile konuşurken, şaşırıyorlar konuşmalarıma, düşüncelerime, savunduklarıma, karşı çıktıklarıma, fikirlerime... Sadece kimlik yaşımmış 22 olan... öyle söyledi geçenlerde biri.. Gerçek yaşın 35 senin dedi... İstemiyorum ki ben bunu, hoşuma gitmiyor bunu duymak... Eğer şimdiden bunları duyuyorsam ve önümde ( gerçi bilmiyorum tabii yarın bile ölebilirim fakat bir aksilik olmazsa...) yaşayabileceğim minimum 35 sene gibi koskoca bir ömür varsa... Kimbilir daha nelerle karşılaşacağım ve kimbilir daha ne pislikler öğreneceğim!!
Biri beni saklayıp, kanatlarının altına alıp koruyamaz mı?
Bunlarla başetmekten korkuyorum... Yoruldum...

Kalmaktan..Gidememekten... Savaşmaktan yoruldum...Yorulmuştum...
Şimdi ise kalamamaktan yoruldum... Anında gitmek istiyorum...
Zamanında ben kalmıştım...Onlar kalmamıştı... Tüm sahteliklerini, numaralarını, acılarını, kanırtmalarını bana bıraktılar. Hepsi üstüme yapıştı, çıkaramıyorum...
Halbu ki sıcak bir gülümsemeye, gerçek bir 'Seni Seviyorum'a, hissederek el ele tutuşmalara tavdım... Korkarım ben bu sahteliklere az kaldım. Güzel bir yüz ve vücuttan daha fazlasıyım... Anlatamadım... Anlamayın... Artık uğraşmıyorum anlatmak için, uğraşmayacağım...

Kimse isteyerek silmedi gözyaşlarımı. Kimse egosunu okşamak için değil de, özlediği için yana yakıla çalmadı kapımı.
Benim böyle olmamam gerekirdi değil mi?
Benim suçum mu? Evet...
İzin verdim onlara...

Bir telefon yok beklediğim.
Bir ses çıkmıyor duymak istediğim.
SMS'lerle sınırlandırılmış aşklarımız.
Anlık zevklere satılmış duygularımız.
Kim kimi nasıl götürsem diye bakar olmuş...Midem bulanıyor...
Farkında mıyız?
Kovala, kovala, sonra amaçsızca savrul oradan oraya.
Bu muyuz ya?
Bu mu küçükken özendiğim şey?
Bu muydu beni bekleyenler...
Dünya ne kadar iğrençsin...

Kocaman hayallerim vardı.
Yüreğimde bitmeyeceğini sandığım sevgiler... Şimdi o kız kaçıyor her şeyden, herkesten... Aldatılmaktan ve kandırılmaktan yorgunum...
Yıpranmamış duygularımı, saflığımı, korkusuzluğumu özledim.
Herkesi güldürmekten sıkıldım.
Çözüm üretmekten daraldım.
Uzaylı istilasını beklemeye gerek yok; dünyanın sonu zaten gelmiş. Kötülük dört bir yanımızı sarmış, ben kime nasıl güveneyim?

Biri yardım etsin...
Şu omuzumda ki perinin ağlamasını biri durdursun artık çok bunaldım...

Hiç yorum yok:

Nasıl da paylaşıyor insan isterse,
Nasıl da birmiş meğer hasretler,
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye,
Sevmeye...Öğrenmeye...